Tozu dumana karışan, çamuru içinde yalın ayak yürünen küçücük bir kent. Soğuk günleri alabildiğince çok ve çetin. Küçük evlerin bacalarından yükselen dumanlar içinde kalan karanlık bir kent. Gece sokakların arasından yürünmesine ne yollar müsaade eder, ne de başıboş gezen köpekler. Halkın en büyük şikayetlerinden biri aslında bu günlük konuşmalar içinde. Özellikle akşam üstleri Etlik bağlarından kopup gelen sahipsiz köpeklerin sokakları işgal etmesi hiç yabancısı değil insanların. Seslerinden ve gürültülerinden rahatsız yaşlıların her şeyi göze alıp taş fırlatmalarını beklemek ise gecenin en renkli vakitleri.
Duman kokusuna karışmış, taze ekmek kokuları ve pişirilen yemek kokuları.Çocuk ağlamaları, bitmeyen bağırış ve çağırışlar.Ankara, anca bu ses ve kokularla tarif edilebilecek kadar küçük. Bu kadar bilinen bir yer.
Gecesi daha yaman Ankara kışlarının. Çatılardan sarkan buzlar, düşüp yaralanmalar, sokak aralarında kayıp, kol-bacak kırmalar.Akşam ezanıyla birlikte her yerde el-eteğin çekilip evlere girilmesi.Şehrin göbeğinde Hacı Bayram Camii civarında bir kaç kahvenin dışında hiç bir yerde görünen bir canlılığın ve ışığın olmadığı bir kent; Ankara.
Yaz geceleri bir başka işkencenin yaşandığı yerin adı Ankara. Binlerce kara sineğin ve sivrisineğin akın akın insanları bulduğu yer. Sabahı zor eden insanlar. Bitmeyen hastalıklar, salgınlar.
Sabah ile başlayan yeni bir sıkıntı. Susuzluk, sıcaklık. Hayvan dışkılarından kaynaklanan bir sürü pislik ve koku.
Sabahın erken vaktinde kadınlar tarafından ardı ardına taşınan börek sinilerinden başka bir heyecanın olmadığı bir yer Ankara. Sessiz, sakin ve garip. Zaman zaman bağırışlar ile duyurulan bir toplantı için ancak Namazgah Tepe’ye gidilirse değişir insanın günlük yaşamı. Ya asker uğurlanacaktır, ya da gelen yaralılar karşılanacak. Hayatın durduğu bir yer Ankara.
Arada bir gelen askeri kuvvetlerin şehir içindeki dolaşmalarıyla hisleri kuvvetlenen bir Ankara. Bunun dışında kimsenin gelmediği, yabancı tüccarların bile hemen işini görüp uzaklaşmayı arzuladığı bir yer.
Mahalle mahalle ayrışmış sahipleri ve birbirini çekemeyen etnik yapısıyla yaşamaya çalışan Ankara. Yahudi Mahallesi, Ermeni Mahallesi, Hıristiyan Mahallesiyle aynı dertleri benzer sıkıntılarla yaşayan bir Ankara.
Arada bir, yangınların yellerle birlikte işbirliği yaparak silip, götürdüğü Ankara.Yanan evler, yıkılan binalar.
Ankara küçücük bir kent. Henüz daha demiryolu bile gelmemiş, henüz çamurdan başka yürünecek yolu olmayan bir kent. Henüz hastanesi, okulu yok. Henüz dert çok.
Yıkılmaya yüz tutmuş binalarda bir avuç ticaret erbabı, bir kaç bakkal, bir kaç samancı, bir kaç yüncü-değirmenci.
İnsanlarının cami avlularından toplanarak namaz vakitlerini değerlendirmeye ve beklemeye aldığı bir kent Ankara.
Henüz İttihat ve Terakki Binası, henüz Taşhan yapılmamış henüz çarşı- marşı bilmiyor Ankara.
Yıl 1911. Ankara, garip, Ankara sessiz, Ankara karanlık, kırlık.Yokluk.Yıkıntı. Dert, tasa büyük.
Henüz değil Başkent, kent bile değil Ankara. Yüzyıl öncesinin Ankarası bu. Yüzyıl önceki Ankara.
Yüzyıllık Ankara.
( Yazı devam edecek)
Comments