top of page

Koleksiyonumdan Eski Dergiler: Ev -Kadın Dergisi


Kadın dergilerinin, toplumumuzun en eğitimsiz kesimini oluşturan kadınların ( ev kadınlarının- çalışmayan kadınların), sosyal hayata kavuşturulması, toplumsal kalkınmanın sağlanması açısından çok büyük bir önemi ve görevleri vardır. Özellikle de koca bir devir boyunca ihmale uğramış,  sonrasında da Cumhuriyetin nasiplerinden yararlanmak arzusu içinde olanlar için.

Cumhuriyet sonrası matbuat hayatında, çok sayıda kadın dergisiyle karşılaşmanın asıl sebebini de bu kaygılar oluştursa gerektir.

Ne var ki, yıllar içinde bu tür dergilerin, değişik dönüşümler yaşadıklarına da şahit olunmuştur. Gerek sosyal hayattaki, gerek ise ekonomik hayattaki değişimler ve ihtiyaçlar,  kadın dergilerinin de şekline ve içeriğine doğrudan yansımıştır.

Bu yazımızda bahsedeceğimiz kadın dergisi, 1946 yılının ortalarında hayat bulmuş EV- KADIN Dergisidir. Alt başlığında tarifini bulduğu gibi; ev, iş, moda, el işleri, yün ve örgü işleri dergisi. Gerek adından ve gerekse de alt başlığında ifadesini bulduğu gibi, daha çok ev kadınlarına yönelik bir dergidir. Ev kadınlarının pratik bilgiler ile donatılmasına, ufak tefek tamiratların yapılmasına, yemek, temizlik, sağlık, çocuk bakımı, örgü işleri, moda takibi, elbise dikimi konularına yönelik genel ve yararlı bilgiler verilmesi ihtiyacından hayat bulmuştur.

Aylık olarak yayımlanmıştır. Dergi boyutu dediğimiz,19,5 x 27 cm boyutlarında ve kapaklar hariç 30 sayfa olarak basılmıştır. Kapakları kuşe kâğıt, iç sayfalar ise 3. hamur kâğıttandır.

Derginin her sayısındaki kapak sayfaları, dönemin yabancı kadın film oyuncularının renkli fotoğraflarına ayrılmıştır. İç sayfalarda da renkli baskılar kullanılmıştır. Dergi, Ülkü Kitap Yurdu tarafından İstanbul’da basılmış ve yayımlanmıştır.

Derginin sahipliğini,  o dönemlerde birçok yayına katkısını bildiğimiz Faruk GÜRTUNCA, Yazı İşleri Müdürlüğünü ise M. Hulki EKLER üstlenmişlerdir.

Birçok kadın dergisinin içeriğinde gözlediğimiz gibi, EV- KADIN Dergisinde de adeta klişeleşmiş ana başlıklara,  konulu sayfalara rastlanmaktadır.

İşte o sayfalardan biri de “ Kadın Şiirleri” sayfasıdır. Kadın şairlerin  ( daha doğru bir tanımla,  şiir yazan kadınların) yazdıkları şiirleri içermektedir. Her sayfada 5-6 farklı kadın okurun yazdığı şiirleri görmek mümkün olmaktadır.


Ev -Kadın Dergisinin 1 Eylül 1946 Tarihli nüshasında yer alan bu köşedeki bir şiir, konumuz şimdi. Doğrusu şiirin kendisi değil de, dergi / veya köşe editörünün bu şiir üzerine yaptığı yorum ve haddini bilmemenin, ya da en hafif deyimiyle görgüsüzlüğün anlatılması!

Kadıköy’den Kudret KAAN’ın, “Kanun”  adlı bir şiiri var o günkü nüshada:

KANUN

Yıllarca Kerem Aslı’yı anmıştı derinden

Ferhad bütün ömrünce uzak kaldı Şirinden

Son aşkımı dinlersen eğer dertli birinden.

Bilmez bu azabın kanatan zevkini şenler.

Candan sevenin gözyaşı elbette durulmaz

 Sızlar içi bir lahza tesellisini bulmaz

Kanunudur aşkın bu asırlarca bozulamaz.

Dağlar kavuşur belki, kavuşmaz sevişenler.

Şiir, belki benzerlerinden çok farklı bir anlatım ve üslup içinde. Zaten bazılarını rahatsız eden de bu farklılık ve üslup olmuş. Şiirdeki olgunluk, güzellik.

Ne var ki dergi veya köşe editörünün aymazlığı her şeyi berbat ediyor, tam da bu aşamada. Şiirin bitimine konan bir imle, sayfanın altına bir not düşülmüş:

(*) Bayan Kudret Kaan: Bu şiiri sizin yazdığınıza şüphe ediyoruz. Sevdiğiniz bir şiir mi?

Hayda, olacak iş mi bu?  Övmek mi, yermek mi, öldürmek mi, bilinecek gibi değil. Yormamaya çalışıyoruz ama bu kocaman bir hakaret sanki!   “Sen kim, bu şiiri yazmak kim” der gibi. “ Söyle, söyle kimden çaldın” der gibi.   “ Bizden kaçmaz, biz her türlü haltı biliriz” der gibi.

Vesselam,  şairi azam, kimmiş karşısındakine öğretmek ister gibi.

Ne yazık ki, bu yazışmanın devamından haberdar değiliz. Sonradan nasıl bir gelişme oldu bilmiyoruz. Kudret Hanım gelip dergi binasını mı bastı tek başına! Yoksa Kudret Hanım,  kendisine yakıştığı gibi,  kibar ve nezaketli bir dil kullanarak yazdığı bir mektupla yaşananları mı kınadı? Tam da bir şair edasıyla! Nezaketiyle, olgunluğuyla!

Ya da göğüs gererek, “ beğenmedin mi, ben yazdım” mı dedi!  Önceki şiirlerini mi gösterdi tek tek. Çekinmedi, bir kaçını da okudu mu, o aymazlara karşı! Anlamazlara karşı!

Acep hangisi? Bilinmez!

***


Kadın dergilerinin kendine has, olmazsa olmaz sayfalarından biri de “ Mektup Kutusu” adını taşıyan sayfalardır.

Güya, kendilerine sorulan sorulara cevaplar verilecek, okurları aydınlatılacak. Bilinmeyenler, duyulmayanlar, gösterilecek, anlatılacaktır.

Bu sayfada, soru soran kadının adı ve yaşadığı kentin adı verilerek ve çoğu kez sorduğu soru da belirtilerek, “ en uygun” cevaplar verilmeye çalışılıyor. Bazen sorular hiç yazılmadan, doğrudan doğruya bir cevap verilerek. Ev Kadın Dergisinin Ağustos 1945 Tarihli nüshasında olduğu gibi.

 “(Bayan Nazmiye ALACAN, Edirne)  1m. 52cm boy için 61 kilo 500 gram olmalısınız. Göğüs çevresi 78, kalçaların çevresi 83, bel çevresi 61, but çevresi 41,5, boyun ve baldır 31,5, kol çevresi 21,5 santimdir.”

Bu günkü gibi, yarım santimler o kadar çok önemli ki! Ya da yarım kilolar. Bilemiyorum günümüzde bu değerler nasıldır, ancak o tarihlerde de kadınlar,   hayat boyu pek de sevmedikleri, matematikler, aritmetikler, hesaplar içine hapsedilmiş gibidirler.

Bir başka örnekte de, yalnızca hesaplar içine değil, başka kavramlar içine de hapsedildiklerini görmekteyiz.

Mart 1948 Tarihli Ev- Kadın Dergisindeki nüshada,  (Bayan Saadet ERMİŞ, Üsküdar) adına yazılmış cevap, bunun güzel bir örneğini teşkil ediyor:

“Sağ kolunuzda bulunan romatizma, yıllardan beri bütün yapılan tedavilere rağmen geçmedi. Acaba siz bunun için bir çare biliyor musunuz diye yazıyorsunuz. Bazı öyle haller olur ki, bir hastalığın ilaçla tedavisi lazım gelmez. Nihayet kocakarı ilaçları denilen ilaçlara başvurulur. Bu kocakarı ilaçları denilen maddeler nebatların köklerinden ve esas nebatlardan çıkarılır. Nitekim bütün bu nebati maddelerin usarelerinden başka bir şey değildir. Şimdi Mısırçarşısında gramla satılan biberiye yağı vardır. 10 gramı 50 kuruştur. Bu yağı gece yatmadan önce kolunuza sürünüz. Ovalayınız, üzerin ince bir fanila sarınız. Romatizma ağrıları duruncaya kadar tedaviye devam ediniz.”

Ne demeli ki?

Kadın dergilerin olmazsa olmazlarından değil midir yemek köşeleri? Hani şu hem yemek tarifi, hem de “bugün hangi yemeği yapalım” türündeki önerileriyle yeni yeni menüler takdim eden köşeler.

Ev- Kadın Dergisinde de bu tür yazılar “ Yemek Listesi” başlığı altında yer almış. Diğer sayfalar gibi her sayı da yerini alan, muhtemelen de en çok sayfalardan biri. Bu sayfada okur tariflerine ve sorularına yer verilmeksizin, doğrudan doğruya sayfa sorumlusu tarafından ( ki kendisinin erkek olduğu konusunda tahminimiz olan ve İstanbul Beyoğlu Kadıköy Akşam Kız sanat Okulları Öğretmeni olan Esat İREN ) hazırlanan yemek tarifleri yapılmaktadır.

Ev- kadın Dergisinin Aralık 1946 Tarihli nüshasında yer alan bu tariflerden birine göz atalım:

“Portakal Tatlısı, Malzeme: 500 gram un, 200 gram pudra şeker, 350 gram tereyağı, 2 yumurta, yarım portakal kabuğu rendesi, bir tutam tuz.

Yapılması: Tereyağı bir tencere içerisinde elle yumuşatılır, pudra şeker ilave edilir. Krem haline gelinceye kadar karıştırılır, yumurtalar konur. Tekrar karıştırılır, un, bir tutam tuz, portakal kabuğu rendesi ilave edilir. Elle karıştırılır, hamur haline getirilir. Hamur, yağlanmış yuvarlak kenarlı bir bir tepsiye yarım santim kalınlığında yayılır. Kenarları iki santim kadar yükseltilir, içerisine portakalı krem doldurulur. Orta hararetteki fırında 20-25 dakika pişirilir. Pişirdikten sonra müselles şekilde kesilir, tabağa çıkarılır.”

Hani hayatta hiç tatlı pişirmemiş biri olarak hem yazılanı, hem yazdığımı defalarca okumama rağmen, tarifi anlamadım. Hamurun içine koyacağımız portakallı o krem nereden çıktı bulamadım!

Dahası malzemelerden en azlarından birini teşkil eden portakalın, bu tatlının adını alışına da çok şaştım. Ne bileyim, bu tatlını adı un tatlısı olmayacaksa bile, en azından tereyağı tatlısı olmalıydı diye düşündüm.

Yani anlamıyorum, bu derginin bir sayfasında ye unu, ye tereyağını diyorlar, birkaç sayfa sonra da belin çok kalın, hesaplara uymuyor diyorlar.

Anlamadım!

Anlamadığım başka şey de,  “ müselles”i 1930’lu yıllarda “ üçgen” olarak değiştirmiş bir başöğretmeni,  hayatında hiç tanımamış öğretmenlerin, sanat okullarında görev yapıyor olmalarıdır. Oysa müselles, üçgen olalı o kadar çok oldu ki!

Belki de bu kelimedir, bu tatlının bize bu kadar uzak ve tarifinin bu kadar güç yapılmasındaki sır. Yıllar öncesinin Arap harfli alfabe dönemlerinde, bir Fransız dergisinden tarifinin okunarak,  yalan yanlış çevrilip bir köşede bekletilip durmasındandır. Henüz üçgen’in müselles olduğu günlerden!

***

Kadın dergilerin başka olmazlarından biri de, Gönül Abla köşeleridir. Bu dergide de “ Gönül Ablaya Mektuplar” başlığıyla yer alıyor. İşlevi yine aynı, tavrı da tavsiyeleri de. Hiç değişmiyor Gönül Abla! Gönül ablalar hiç değişmiyor.

Yüzlerce örnek içinden en kısalarını seçmek için çok uğraştım. İşte, Ev-Kadın Dergisinin Ocak 1949 Tarihli nüshasında verdiği bir cevabı:

Bn. S. B,- Fatih:

Mektubunuzu okuduktan sonra, size tamamıyla hak verdim. Ne yazık ki kadınların ekserisi bu acıklı duruma düşmek zorundadır. Aranızdaki yaş farkının bu meselede büyük rol oynadığına şüphe yok. Bundan başka, bazı erkekler yaratılıştan soğukkanlı ve gönül işlerinde hissizdirler. Bazıları da aşkı tek taraflı düşündüğü için, kadının ne durumda olduğunu incelemeye lüzum görmez. Hatta niye üzülüyor, niye bedbaht oluyor diye karısına kızanlar bile vardır. Buna kendisinin sebep olduğun farkında bile değildir. İmadan, kinayeden, serzenişten anlamazlar. Gerçi bu üzüntülü halleri önlemenin çareleri de yok değil. Fakat burada yazmayacağım için mazur görün. Adresinizi bilseydim hususi olarak bildirebilirdim. Sabır ve tahammül tavsiye ederim”

Elbette erkekler için bu kadar kötü nitelemeleri kabul etmek mümkün değil.  Ama ne diyelim!

Doğrusu yazıyı okuduğumuzda sorunu anlamakta güçlük çekmekteyiz. Hatta tahmin etmekte bile! Ama asıl ilgilendiğim, Gönül Abla’nın bu üzüntülü haller için, ne gibi çareler önereceğidir. Sabır ve tahammülden başka asıl tavsiyelerinin neler olabileceğidir. Üstelik gizliden gizliye söyleyeceklerinin neler olduğudur.

Bilmemek ne acı!

Ama bu Gönül Abladır. Hikmetinden sual olunmaz!


Ev –Kadın Dergisinin Ocak 1946 tarihli nüshasındaki yazısı, yeni hikmetlerini yansıtmaktadır:

“ Bay NEJAD AKTUNA- Aman, sevgili okurlarım, sakın şaşmayınız; çünkü isimde bir yanlışlık yok. Cevap vereceğim bu okurum, bir erkektir ve bana bir mektup yazmış bulunuyor.

Derdi şu: Evlenmek istiyor ve benim bu işi derginizde tavassut etmemi rica ediyor. Bilmiyor ve bilemiyor ki, benim tek vazifem şudur: Erkeklerde bağrı yanmış genç kızlara, kadınlara bir ümid, bir teselli verebilmek ve bu uğurda çalışmak. Yoksa eski bohçacı kadınlar gibi, evlenecek erkeklere kız aramağa kalkışmak değil.”

Ya, gördün mü?

Sayfalar dolusu yazılardan yaptığımız bu seçkilerde,  nostaljik bir bakışın dışında, başka bir niyet aranmamalıdır.  Asla bu gözün dışında bir çabamız olmamıştır.

Görevimiz, tarihin içinde yerini almış bir dergiyi hatırlamak ve günümüz kuşağına aktarmaktı. Yılların getirdiği farklılıkları ve yaşattığı benzerlikleri ortaya koyarak!

bottom of page