top of page

Demirci Efeleri Destanı


Kitaplara ve belgelere olan yakınlığım, onlara kısa bir uğraş sonrası sahip olabilmem, Demirci üzerine peşpeşe bazı yazıları yazabilmemi mümkün kıldı. Yoksa elde bir kaynak ve dayanak olmadan yazmak mümkün müdür? En azından bizler gibi sosyal-tarih araştırmacısı ve yazarları için elzem olan yegane şey, ipin ucunu tutabileceğimiz küçücük de olsa bir belge veya işaret değil midir?

İşte bunlara bir örnek de;  “Demirci Efeleri Destanı “dır. Yıllar önce küçücük bir şiir kitabının son sayfalarında rastladığımda heyecanımdan irkilmiştim. Defalarca ama defalarca kendi kendime  bağırarak okudum. Adeta sarsılmış gibiydim. Şiir ( destan) hakkında ve şairi hakkında araştırmalara başladım,  tarihe not düşülmüş birkaç anının dışında destanın hüviyeti  ve şairi hakkında başkaca hiçbir ilave bilgiye rastlayamadım.

Ama ben bu destanı o kadar çok sevmiştim ki, muhtemelen 2007-8 yılının kurban bayramında çocuklarım ve yeğenlerimle bir bayram gecesinde, ev halkı için şiirsel temsil olarak sahneye koymuştuk. Doğrusu herkesi duygulandırmış  ve ev halkından da büyük bir alkış almıştık.

O destana, Varlık Yayınları tarafından 1952 yılının Aralık ayında yayımlanan “ Yeni Şiirler 1953” adlı kitabında tesadüfen rastlamıştım. Kitap 11.5 x 16.6 cm boyutlarında, toplam 122 sayfadır. İç kapağında “ 106 şair”e ait olduğu ayrıca belirtilmiştir. Zamanın ünlü şairlerine ait  şiirlerinin  de yer aldığı bu antolojide bizi ilgilendiren  “106’ncı sıradaki  şair”  Nurettin Özyürek’in yazdığı o muhteşem dizelerdir. Bu dizeler, kitabın 107 ile 122’inci sayfaları arasında yer almaktadır. Kitabın da son şiiri ve son şairidir.

Şiir, önce şairin yazdığı bir düzyazı girişle başlar ki, bu şiirin konusunu ortaya koyan zamanın şartlarını yaşatma, şiire tarihsel nitelik verme adınadır. Şiir içinde benzer anlatımlarla  çok sık karşılaşmak da mümkündür. Benim okuyunca çok heyecanlandığım, bir kurban bayramında çocuklarla ayaküstü sahneye koyma ihtiyacı duyduğum ve de Demirci Tarihine yeni bilgiler katacağına inandığım bir destan. Buyurun okuyalım.

***

Demirci Efeleri Destanı:

Anadolu köyleri kendi alemlerinde köylüleri ise günlük mes’eleriyle haşır neşir idi. Derken düşmanlar geldi. Batı kıyılarına çıkıp İç Anadolu’ya doğru ilerlemeğe koyuldu. Bu düşman vardığı yeri yakıp yıktı; malları talan etti; kimseye ziyanı dokunmayan köylüleri öldürdü; namusa el uzattı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa denen yiğit ortaya çıktı. Oğuz aslından gelen Anadolu Türklerini çevresine topladı, onlara yapılacak işleri anlattı. Düşman gerisinde kalan bölgelerdeki efeler, zeybekler, kızanlar, seymenler de Kemal Paşa’nın kavlince toplanıp dağlara çıktılar. Çete oldular, akıncı oldular. Bunlara kimisi “ Millici” kimisi de “ Mustafa Kemalci” diyordu. İşte bu destan Demirci dolaylarındaki akıncıların, düşman ile nasıl döğüştüklerini anlatır.

Demirci dolayları, Demircili Efeler:

“Bunlar Demirci köyleri yamaşlarda

Kerpiçlik, Hisarköy, Akdere

Bir beyaz minare, bir beyaz cami

Uyurlar uyanırlar

Ayni minval üzere..

Bunlar Demirci dağları bunlar..

Hem mor, hem ulu, hem derin.

Solda Murat, sağda Seydan, Ulusdağ

Yayla yayla, tepe tepe, belden doruğa

Demircili efelerin.

Yiğit olur, mert olur, kahraman olur,

Yaman olur Demircinin efeleri yaman hey!

Yamçı sırtta, kama belde, martin omuzda

Halil Efe, Pehlivan’ağ, Gördes kızı Makbule.

Ve Kaymakam Ethem bey..”

Demirci köyleri kendi alemlerinde, köylüleri ise günlük meseleleriyle haşır neşir idi. Derken düşmanlar geldi.    

“Bir top güllesiyle pare pare oldu şafak

Belinledi Bayramşah’ın kerpiç evleri

Ben – bir şeyden haberim yok- sağdıcım

Yorgun argın öküzlerle harman yerinde

Sap taşırdım. Geldiler…

Bir alevdir aldı köyü uzaktan

Karı kızan çağrışır

Ben – yalanım dolanım yok- sağdıcım

Derdimle dermanımla

Haşır neşirdim. Geldiler..

Neydi suçu Kavaklanlı Hasbi Mollanın

Ardından vurulacak

Neydi suçum, dipçiklerle sorulacak hesabı

Ben –kimseye ziyanım yok- sağdıcım

Çoluğumla çocuğumla

Tenha tenha yaşardım. Geldiler..”

Düşman vardığı yeri yakıp yıkıyor; malları talan ediyor ve kimseye ziyanı dokunmayan köylüleri öldürüyordu:

“Amanı yok imansızın

Nice nice fakiri malından etti

Sındırgıyı yıktı serapa..

Kopuk komandanına,

Zevk için..

Amanı yok imansızın

Nice nice mazlumu canından etti

Hisarköyü yaktı serapa..

Sarhoş zabitanına

Şavk için.

Amanı yok imansızın

Nice nice yetimin söndürdü ocağını

Ve dikti küllerini

Gök gözlü, soluk yüzlü bayrağını o sabah

Üç buçuk neferine

Şevk için.”

Demirci dolayları perişan olmuş idi. Düşman namusa el uzatıyordu.

“Of ! Dilüşan dilim varmaz demeğe

Düşmüş dağ yollarına cümle ahali

Anacıklar baş açık

Aç çıplak sabi sübyan

Bir muhalif yel önünde perem perem perişan.

Sonbaharda yapraklar misali..

Ak saçlı dedecikler bükük bel, iğik alın

Of ! Dilüşan dilim varmaz demeğe

Ar namus gözetmiyor kem gözü elin

Of ! Dilüşan, Dilüşan

Bir uğursuz kol belinde perem perem perişan

Al topuklu akça bacı, tombul memeli gelin..”

Sarıca Ovalı Hasan hışımlı bir isyanla ayağa kalkmış bağırıyordu:

“Biz nasıl yaşardık kızanım nasıl

Süngü düşük, baş eğik, kansız

Atalar mirasında sığıntı

Biz nasıl yaşardık

Vatansız.

Göğündeki yıldızla hilale bakman yasak

Kendi malın havayı teneffüs etmen haksız

Ve böğründe patentesi yaban’ın

Biz nasıl yaşardık kızanım nasıl

Bayraksız.

Biz nasıl yaşardık kafir elinde

Zor önünde secde etmiş baba oğul, ana kız

Ve kara bir lekeyle alında

Biz nasıl yaşardık

Kitapsız..”

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa denilen yiğit Oğuz aslından gelen Anadolu Türklerini çevresinde topladı. Misak-ı Milli’nin ilk maddesi, Vatan parçalanmaz diyordu.

“Derinlerden derinlere bir uğultu yayıldı

Vatan üzre dört yöne

Derinlerden derinlere toprak

Geldi yağız dağlarımız yan yana.

Bir rüzgardır esti Erzurum yaylasından

Cümle yaylalarımız koştu sesine

Ve cümle ormanlarımız ağaç ağaç

Dizildi askercesine.

Kızılırmak, Sakarya büyük nehirlerimiz

Çevrildi hedefe

Dicle, Fırat dadaş dadaş

Menderesler efe efe.

Bir bayrak dalgalandı Ankara Kal’asından

Davrandı milyonlar tek fert fert

Ve tek bir ayet vardı Bayrağımızda

“Vatan parçalanmaz bir küldür

Bila kaydü şart..”

Demircili efeler de Kemal Paşa’nın kavlince dağa çıktılar.

“Hodru meydan dedi efem

Yiğidin yurdundan gayri nesi var

Düşman gelmiş silah çatmış Asi Tepeye

Hodru meydan, hodru meydan

Gelenin göresi var.

Hodru meydan dedi efem,

İkdam saati vurdu!

Göze göz, dişe diş, başa baş günü,

Hizmet demi, gayret demi, savaş günüdür

Anam beni bu gün için doğurdu.

Ve toplandı sağdıcım hükümet meydanında

Demircili beş yüz çete..

Birer birer, ağır ağır kolanları sıktılar

Ve beş yüzü birden atlayıp ata

Gelecek nesiller başı için

Ve gelecek günlerin mukaddes, büyük

Savaşı için

Toz dumana kataraktan Simav yolunu

Dağa çıktılar..”

İlk durak Murat dağlarının Koca Yylası idi. Demirci efeleri burada ant içtiler..

“Adilem bir yıldızdı parladı gökten

Serildi hür tepeler üzere kocayayla

Beş yüz atlı, beş yüz heyula gölge

Murat suyunu geçti çarparaktan..

Dur! Dedi Akıncılar Kumandanı Ethem Bey

Kol başı durdu..

At kişnemelerinden nal seslerinden

Kocayayla seda verdi.

İn! Dedi Akıncılar kumandanı Ethem Bey

At indi beş yüz çete

Bir kahraman rüzgardır esti Kocayayladan

Vatan üzre dört cihete.

Dizdize bağdaş kurup efeler sustu

Dağca dağ, yelce yel sustu karanlıklarla

Bir Mukaddes Kitap gibi herkes filintasının

Dipçiğine el bastı..”

…Ve Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Bey şöyle yemin etmişti:

“Ben.

Menliğin

Biçe Köyünden,

1305 doğumlu

Tüfekçi Ali oğlu

İbrahim Ethem

Son düşman denize dökülmedikçe

Tek başıma kalsam dahi

Dağda  gezeceğime,

Vallahi Billahi..”

..Ve bundan sonra Demirci efeleri çete oldular, akıncı oldular.. düşmana gece gündüz göz açtırmadılar:

“Namluyu terk etmiş gülle misali

Yakan yıkan yok eden

Arayıp buluyorduk

Vuruyorduk kafire

Cepheden, yandan, tepeden..

Kınından sıyrılmış kılınç örneği

Soğuk ve keskin

Arayıp buluyorduk

Vuruyorduk kafire

Akın, pusu, baskın.

Yayından fırlamış oklar gibiydik

Uçarı hızlı

Arayıp buluyorduk

Vuruyorduk kafire

Geceli gündüzlü.”

1920 Yılının kış mevsimidir. Düşman cepheden ayırdığı büyük kuvvetlerle Demirci efelerinin üzerine yürümüştür. Sarıcaovalı Hasan bir  Akıncı keşif kolunun Ulusdağında sarılışını şöyle anlattı:

“Bir düşün sağdıcım, bir düşün

Umurlar köyüne varmış

Ağır ağır yanaşıyor kafir dört koldan

Dört yanı ateşe vermiş..

Bir düşün sağdıcım biz on üç kızan

Ve Kaymakam Ethem Bey, Sarıcaovada

Bir düşün sağdıcım kar yağdığını

Kurşunların donduğunu havada.

Bir düşün Halil Efeyi mahzun

Martinini kucağına çekmiş

Bir düşün Zindantepe bembeyaz

Ulusdağı duman duman çökmüş.

Gördes Kızı Makbulenin gözlerinde sağdıcım

Umut yok mavi mavi

Bu beşinci günümüzdür sarılmış aç karnıma

Bir düşün gayri..”

Efeler düşman çemberinin gittikçe daraldığını görüyorlardı. Şimdilik beklemekten başka çare yoktu.

“Sıkıp dişlerini kırarcasına

“Ko gelsinler” dedi Dursun

“ Bir candır adamın toprağa borcu”

“ Ko gelsinler, ko gelsinler”

Bekledi Dursun.

Bekledi Mehmet Efe solunda Seydandağı,

Sağında Eğrigöz dağlarıyle beraber

“ Allı güllü kilim dokur kızlar Kulada”

“ Ko gelsinler, ko gelsinler-

“Hisarköylü sizin köyden ne haber?”

Bekledi Pehlvan’ağ bekledi

Yatmış yanak yanağa martiniyle koluna

“ Oyun vermeye gelmez bre Pehlivan”

“ Ko gelsinler, ko gelsinler-

“ Gavurun dölüne”

Zindantepe Alaçamdağ kirişte

Bir mucize çakacaktı rüzgarların sezdiği

Kavlakdüz’ü, Eğrigöz’ü bekledi

Bir mucize fışkıracaktı yerden

Kitapların yazdığı.”

Muhasara çemberi daraldı daraldı ve ilk düşman ateşi üzerine efelerden üçü yere serildi.

“Bir tüfek patladı şarktan

Sol böğrüne bastı Dursun

Yaslandı Sarıcaovanın en ulu ardıcına

Ve devrildi ağır ağır

“ Zalim düşman kına sürsün…..”

Bir Haçkis taradı yamacı

Titredi cümle çam yapraktan köke

Kopuverdi kavradığı çalı Muradın

Kıvrandı ve haykırdı Akarcalı, Murad’a

“ Kanımın cezasını kafir çeke..”

Bir şarapnel parladı sırttan

Sarışın başı üzre Hisarköylü’nün

Yıldız yıldız çaktı ova serapa

Çöktü Ramazan

“ Hayırdır güllesi kahpe soylunun..”

Kurşun yağıyordu gökten sağdıcım

Kar yağıyordu

Gördes Kızı, Demirci Kaymakamı ve sağ kalan dokuz er

Beklediler yaklaşanı sabırla

“ Men sabere zafere !”

.. Beklediler.. Beklediler ve sonra mucizeli bir atılışla düşman çemberini yardılar:

Bir kol, bir filinta, bir kafa

-Bir mucize fışkıracaktı yerden:-

Doğruldu Halil Efe..

Halil Efe doğruldu gecenin ortasında

Ve söktü halkasını bombasının dişleriyle

“ Açıl bre Zindantepe açıl bre!!”

Fırladı Halil Efe..

Halil Efe fırladı şehitlerce ölümsüz

Murat Dağı, Seydan Dağı, Alaçamdağ şahit

“ Açıl bre Zindantepe, bre kafir yol ver”

Fırladı onbir kızan üç şehit..

Bombalarla dipçiklerle Allah- Allah’larla

Perem perem edildi fecir zamanı

Sarıcaovayı saran çember..”

Akıncılar, bundan sonra, Alaçam dağlarına yöneldiler.. Sarıcaovalı Hasan üzgün fakat mutluydu.  

“Karagölden bir yol gider Balat yönüne

Dere geçer, yar dolanır, bel aşar

Suna boylum ana değil, yar değil

Sol yanımda sızı var..

Ayaz olur suna boylum Kavlakyaylanın

Ayaz olur gecesi

Dere geçtim, yar dolandım, bel aştım

Hiç dinmedi yüreğimin acısı

Bir yol gider Balat yönüne

Bin yol gelir

Harman ola suna boylum gün ola

Her iş düzelir..”

Alaçam dağlarında toparlanan efelerin önünde hiçbir kuvvet duramazdı gayrı.. Bu günlerin, her biri başlı başına bir destan olan akınlarını Sarıcaovalı Hasan kısaca şöyle anlattı:

“Neyzen köye verdik dört nal bir gece

Unutmuş bizi zaar

Rahat rahat dalmış düşman uykuya

Başından gövdesini ayırdık bölüğün

Sabaha kadar..

Köpük köpük atlarla çıkıp Seydan Dağına

Bekledik üç gün

Sonra birden kayalardan yamaçlardan vurduk

Sındırgı güneyinde – Aktaştaki- düşmana

Bir taburunu kırdık

Uçar gibi yöneldik Alaçam dağlarına

Geçip Sarıcaovayı, Kavlak düzünü

Meydan ateşlerini çevresinde bir gece

Dalıp dalıp gitmeyi hak etmiş olmalıydık

Vermiştik kızanlardan onsekizini.”

1921 yılının kış mevsimidir.. Cepheyi takviye için giden bir düşman kolu Kökemdere’den geçecektir.

“Kökemdere

Bir ince su

Alaçam dağlarından çam kokusu

Ve ardıç yaprakları alarak

Kuzeye gider..

Kökemdere

Tondağarcık- Balat yolunu

Söğütlü, kavaklı, çalılı

Bir vadide kateder..

Bir ince su

Bir silik yol

Deyip geçme sağdıcım gel.

Yıl 1337

Gün 23 Kanunu evvel

Demircili akıncı müfrezesinde

En seçme elli kızan

Fecirle beraber at başı edip

Alaçam Dağlarından

Kökemdereye indi

Ve her kızan bir çalının ardına sindi

Sisli puslu bir sabahtır

Tepelerin başı kayıp

Etekleri simsiyahtır..

Göründü beklenenin öncüsü uzaklardan

Pusuda en çekilmez en uzun

En atlı an

Bu andır..

Beklenen yaklaşır yaklaşır

Deli deli titrer parmak tetikte

Yapraklar kımıldanır huzursuz

Deli deli depreşir ha depreşir.

Pusuda en çekilmez en uzun

En tatlı an

Bu andır

Gelen 500 insan; 500 can

Lakin 500 tüfek, 8 top

Düşmandır.”

Onlara kimisi MİLLİCİ, kimisi de MUSTAFA KEMALCİ diyordu. Son düşman denize dökülünceye dek silahı bırakmadılar. Sarıcaovalının anası kurtuluş gününü şöyle hikaye eder:

“ Bir sabah sesler geldi doğudan

Hayırdır Allah!

Gördük ki yüz geri etmiş seğirdir

Düşman seğirdir Allah.

Ana bacı çoluk çolan evlerden

Uğrayıverdik Allah

Ellerde çapalarla kestik önünü

Kıran koduk, çil yavrusu gibi dağıttık

Vurduk vallah.

Ve kurtuldu Demircimiz erdik murada

Tarla tokat, dağ taş hür

Dünya varmış, dirlik varmış dünyada gördük

Bin şükür…”

***********

Şairi: Nurettin ÖZYÜREK,

Yayımlanma Yılı: Aralık 1952

bottom of page