top of page

Bir Uyarı Aldık!

“Köy Enstitüsü Kültürü Üzerine Küçük Notlar: 3” başlıklı yazımın yayımlanlanmasıyla birlikte bir dostumun uyarısıyla karşılaştım. “ Sen öyle diyorsun ama, senin gibi düşünmeyenler de var. Al, oku da bir bak.” Deyip aşağıdaki yazıyı gönderdi bana. Mehmet KAPLAN’a ait bir yazı: “Köy, Köylü ve Köy Öğretmeni”, başlığını  taşıyor.

 Yazının içinde Mehmet AKİF’in “Safahat”ında  yer alan eski köy öğretmenine karşı köylünün davranışını gösteren çok dikkate şayan bir parça  da var.

 Söz konusu  bu bölüm 1928 Yılı öncesi Köy Öğretmenine getirilen bir yergiyi ifade ediyor. Evet, 1928 öncesi ama ne kadar öncesi bu  konuda başkaca bir bilgimiz yok.

 Ayrıca, bizim “ Köy Enstitüsü Kültürü Üzerine Küçük Notlar 3” başlıklı yazımız , daha bir anlam kazanıyor doğrusu bu yazıyla. Çünkü, daha 1937 yılında gerekli analizler yapılmış ve soruna çözüm yolları yaratılmaya çalışılmış. Belki ondandır; kudretli ve dirayetli olunmak istenmesi.

Mehmet KAPLAN

Köy, Köylü ve Köy Öğretmeni

 Köyde, yüzyıllardan beri düşüncelere hâkim olan, hayat ve kâinata bakış tarzını telkin eden başlıca şahıs, köy imamıdır. Gerçi, bizzat köylünün de tecrübeden gelen bir takım fikirleri vardır ve köy imamı ile köylünün görüşleri arasında bazı tezatlar ve çatışmalar bulunması pek mümkündür. Fakat yine de köylünün hayat felsefesinin köy imamının tesiri altında kaldığı şüphesizdir.

 Köy imamı köylüye telkin etiği fikirleri nereden öğrenmiştir? Bunlar ne kadar İslamiyet’e uygundur? İşte tetkik edilmesi lazım gelen bir mesele… Bu konuda bir araştırma yapılmasını çok isterdim. Bunların içersinde İslamiyet’ten çok öncesine ait Kuran’la hiçbir ilgisi olmayan, medeniyet tarihi bakımından dikkate şayan bir sürü inancın bulunduğu muhakkak. Türk halkı bu topraklara gelirken Asya’dan, bir takım örf, âdet ve inanç da getirmiştir. Anadolu Türk tarikatlarında Şamanizm’in tesiri olduğu ilmi surette ispat edilmiştir. Bizzat Anadolu’da bizden önce yaşamış olan kavimlere ait inançların da araya karıştığı ve bugüne kadar devam ettiği folklor tetkiklerinden anlaşılmaktadır. Eski ve karışık olmakla beraber bunların beşeri ve içtimai değer sıfatıyla, kötü olduğu ileri sürülemez. Eksiklik ve karışıklık, mutlaka fenalık manasına gelmez.

 Türk Köylüsünün davranışında bir asalet olduğu, yabancıların bile fark ettikleri bir vakıadır. Yunus Emre’nin ve daha pek çok halk şairinin köylü olduğu ve bunların köyde yaşayan duygu ve düşünceleri ifade ettiği göz önüne alınırsa, sözde ileri fikirli bazı kimselerin yaptığı gibi, kolay kolay bunların aleyhinde bulunulamaz.

 Şehirde olduğu gibi köyde de, münevver tabakada olduğu gibi halk tabakasında da bugün bizim ideal telakki ettiğimiz kıymetlere uymayan menfi taraflar elbette vardır. Mühim olan bunları tespit etmek, hakiki sebeplerini bularak düzeltmeye çalışmaktır. Hiçbir ilmi düşünceye ve araştırmaya dayanmayan ithamlardan bir şey çıkmaz. Benim kanaatim odur ki, üzerine yüklenilen köy imamı tamamıyla meçhul bir şahıstır. An’ane ve muhitin tercümanı ve mümessili olan köy imamının kendisi de, belki ne olduğunun, köy hayatında nasıl bir rol oynadığının tamamıyla farkında değildir. Köy, daima yarı karanlığın içinde yaşar.

 Medresenin yerine mektep kurulduktan sonra, köye şehirden yeni bir tip gönderilmiştir ki, bunun adı köy öğretmenidir. Köy öğretmeninin ilk vasfı, bizzat şehirli olmasa bile, şehre, yani daha ileri bir medeniyet merhalesine ait kıymetleri temsil etmesidir. O, hem görünüşü, hem de zihniyeti bakımından köy imamından tamamen farklıdır. O, ileri şehir medeniyetinin köye gitmiş bir mümessilidir. Köyü, bütün an’anesi ve zihniyeti ile şahsında temsil eden köy imamı ile köy öğretmeni arasında bir tezat, gizli veya açık bir çatışma olması gayet tabiidir. Bu tezat ve çatışmanın arkasında iki ayrı medeniyet, iki ayrı yaşama ve düşünme tarzı vardır. Bunlar adeta iki ayrı çağ, iki ayrı millet gibi birbirine yabancıdır.

 Ne kadar bilgili, iyi yetişmiş olursa olsun, köy öğretmeninin köydeki maddi ve manevi hayatı değiştirebileceğini zannetmek, meseleyi kavramamak demektir. Köyün manevi hayatı ile maddi şartları arasında çok sıkı bir münasebet vardır. Köyde “batıl inançlar” ın yerleşmesi ve devamı, tesadüfî bir hadise değildir. Sadece sıhhatle ilgili batıl inançları düşünelim. Tesirini derhal gösteren bir doktor ve ilaç bulunmayan bir yerde, insanların hastalıktan kurtulmak için akla gelmedik çarelere başvurmasından daha tabii ne olabilir ki? Şehirlerin bile bazen aciz kaldıkları zaman “batıl inançlar” a sarıldığını görmüyor muyuz? Köye doktor ve ilaç yollamadan halk tababeti ile ilgili “batıl inançlar” ı ortadan kaldırmak bence imkânsızdır. Meşhur tezek meselesi de öyle… Yerine başka bir yakacak koymadan şehirlinin hakir gördüğü bu yakacaktan köylü asla vazgeçemez. Aranılırsa diğer batıl İnançların da köyün hayatında değiştirilmesi son derece güç medeni şartlara bağlı olduğu görülür.

 Köy öğretmeninin elinde basit fikirlerden ve birkaç kitaptan başka bir şey yoktur. Köyün gerçekten değişmesi, planlı muazzam bir devlet işidir. Köy öğretmeni, karşısında oturan köy çocuklarına bile hükmünü geçiremez. Çünkü bu çocukların hayatına hükmeden aileleridir ve köy çocuğu, köy ailesinin mühim bir uzvudur. Köy çocuğu, şehir çocuğundan farklı hayat şartları içinde yaşar. Bundan dolayı onu mektebe bağlamak zordur. Köy, çocuğu daima kendisine çeker ve kendisine benzetir.

 Köy öğretmeninin köylüye nasıl baktığını aşağı yukarı biliyoruz. Köy Enstitülerinde hususi surette yetiştirilmiş yazar öğretmenler, köyü ve köylüyü nasıl gördüklerini tasvir etmişlerdir. Bunlar da umumiyetle sebepler üzerine eğilme, anlama teşebbüsü yoktur. Yaptıkları şey sadece hissi tasvirlerden ibarettir. Hâlbuki mühim olan ilmi surette anlamaktır. Bize yol gösterecek olan “köy edebiyatı”ndan çok “köy ilmi”dir. Bu gençlerin idealist oldukları şüphe götürmez. Fakat “ideal”e ancak “realite”yi anlamakla ulaşılır. Köylüyü hakir görme, onları daha derine gitmekten alıkoyuyor.

 Acaba köylü onlar hakkında ne düşünüyor. Bunun onlar için çok ehemmiyeti vardır. Avrupalı müstemlekelerin yaptıkları en mühim iş, yerli halkın dilini, örf ve âdetini, zihniyetini anlamak olmuştur. Köylü, bizim milli bünyemizin en büyük ve en mühim kısmını teşkil eder. Onu tanımak, bizim için belli bir vazifedir.

 Yeni bir köy öğretmenine karşı köylünün ne düşündüğünü bilmiyorum. “Safahat”da eski köy öğretmenine karşı köylünün davranışını gösteren çok dikkate şayan bir parça var. Bunu köy öğretmenlerinin okumasını isterdim.

 “Asım” 1928’de neşrolunduğuna göre, hadise bu tarihten önce geçmiş olmalıdır. Konyalı köylerinden birinde, halk köy öğretmenini köyden kovuyor. Yolu oradan geçen Köse İmam, bunu duyunca küplere biniyor. Köylülere azarlayıcı ve itham edici bir vaaz veriyor:

 Hiç düşünmek de mi yoktur, be adamlar, bu ne iş?

En büyük tâli’i Mevla size ihsan etmiş.

Hem de tâ olduğunuz mevkie göndermişken,

Teptiler kendi gelen nimeti sersemlikten

Çok zaman geçmeyecektir ki bu nankörlüğünüz,

Bu felâketlere meydan verecektir görünüz,

Köylerin yüzde bugün sekseni, hatta hocasız

Siz de onlar gibi cahil kalarak anlayınız.

Köse İmam daha buna benzer bir hayli “savurur, eser”. Köylü hiç ses çıkartmaz. Sonra, misafir kaldığı Mestanlı Dayı ona “ilim düşmanı değillerdir. Fakat bu köy mualliminin değil ilimle, insanlıkla alakası yoktur” der. Mestanlı Dayı’nın fikirleri çok dikkate şayandır. Kendisinden dinleyelim:

Köylü cahilse de hayvan mı demektir? Ne demek?

Kim teper nimeti insan meğer olsun eşşek.

Koca bir nahiye titreştik, odunsuz yattık

O büyük mektebi gördün ya kışın biz çattık.

Kimse evladını câhil komak ister mi ayol?

Bize lazım iki şey var; biri mektep, biri yol,

Niye Türkün canı yangın, niye millet geridir?

Anladık biz bunu, az çok senelerden beridir.

Sonra baktık ki hükümetten umup durdukça

Ne mühendis verecekler bize, artık ne hoca.

Para bizden, hoca sizden deyiverdik… O zaman

Çıkagelmez mi bu soysuz, aman Allah’ım aman!…

Sen oğul, ezbere çaldın bize akşam, karayı…

Görmeliydin o muallim denilen maskarayı.

Geberir, camie girmez, ne oruç var ne namaz,

Gusül abdestini Allah bilir amma tanımaz.

Yelde izler bırakır gezdi mi bir çiş kokusu

Ebenin teknesi ömründe pisin gördüğü su!

Kaynayıp çifte kazan, aksa da çamçak çamçak,

Bunu bilmem ki yarın hangi iman paklayacak?

Huyu dersen, bir adamcıl ki sokulmaz adama

Bari bir parça alışsaydı ya son son, adama?

Yola gelmez şehirin soysuzu, yoktur kolayı,

Yanılıp hoş beş eden oldu mu, tınmaz da ayı.

Bir bakar insana yan yan ki, yüz olmuş manda,

Canı yandıkça, döner öyle bakar, nalbanda.

Bir selam ver be herif! Ağzı aşınmaz ya… hayır;

Ne bilir vermeyi hayvan, ne de sen versen alır.

Yağlı yer, çeşmeye gitmez; su döker el yıkamaz,

Hele tırnakları bir kazma ki insan bakamaz,

Kafa orman gibi, lâkin o bıyık hep budanır;

Ne ayıptır desen anlar, ne tükürsen utanır.

Tertemiz yerlere kipkirli fotinlerle dolar,

Kaldırımdan daha berbat olur artık odalar.

Örtü, minder bulanır hepsi, bakarsın çamura

Su mühendisleri gelmişti, herifler gâvur ha,

Neme lazım bizi incitmediler zerre kadar

İnan oğlum, daha insaflı imiş çorbacılar.

Tatlı yüz, bal gibi söz… Başka ne ister köylü

Adam aldatmayı âlâ biliyor kahpe dölü.

Ne içen vardı, ne seccadeye çizmeyle basan;

Ne diyeyim dinleri batılsa, herifler insan.

Hiç ayık gezdiği olmaz ya bizim farmasonun

İçki yüzler suyu, ahlakını bir bilsen onun,

Şimdi ister beni sen haklı gör, ister haksız,

Öyle devlet gibi, nimet gibi laflar bana vız…!

İlmi yutarsa hayır yok bu musibetlerden

Bırakın oğlumu, cahilliğine razıyım ben.

 Akif’in bu manzumesi, köylünün kendi kıymet hükümleri zaviyesinden bir köy mualliminin davranışını nasıl gördüğünü ortaya koyuyor. Bu tasvir ne kadar hakikate uygundur, onu bilemem. Bizim için üzerinde durulması lazım gelen çok mühim nokta, köylü ile şehirlinin ayrı içtimai tabakalara, hatta medeniyet merhalelerine mensup olmaları dolayısıyla ayrı dünya görüşlerine sahip olmaları, birbirlerinin farklı kıymet hükümlerine göre değerlendirmeleridir. Köylünün hayatını değiştirmek isteyen şahıs, müessese veya devletin, her şeyden önce köyü ve köylüyü çok iyi bilmesi icap eder. İnsanların davranışında hayat görüşü ve kıymet hükümleri çok mühim bir rol oynar. Köyün şartlarını, köylünün zihniyet ve psikolojisini bilmeyen ve tesir vasıtalarını ona göre ayarlamayan bir kimse, orada müspet hiçbir iş göremez sanıyorum.

 Bu, öğretmen veya şehirlinin köylünün hoşuna gitmek için, sevmediği ve inanmadığı, kendisine göre geri bulduğu prensipleri, davranış tarzlarını sahte olarak benimsemesi demek değildir. Köylü, sahteliğin derhal farkına varır. Sahte bir tavır takınmadan, köyü ve köylüyü anlamak, sevmek ve birçok noktalarda anlaşmak, beraber hareket etmek mümkündür. En son varılacak şeyleri başa almamak, saygı göstermek, köylünün dinine, imkânına dokunmayan müspet işler görmek pekala mümkündür.

 Kendine göre bir medeniyet sistemi olan köylünün maddi ve manevi hayatı bir bütün teşkil eder. Onda değiştirilmesi ve bırakılması lazım gelen ve mümkün olan işleri, ilkin yapılacak işlerle sonra hâl edilecek meseleleri ayırmak müesseriyet bakımından çok mühimdir. Mekanizma iyi bilindikten sonra bizim birinci derecede ehemmiyetli zannettiğimiz ve üzerine düştüğümüz birçok meseleler, kendiliğinden hallolunabilir. Şunu da ilave edelim ki, köyü ve köylüyü bilme ve onun zaruretlerine göre hareket etme mesuliyeti, kendisini aydın telakki eden ve mesul sayan kimselere düşer.

Nesillerin Ruhu, Sayfa 83-89

bottom of page