top of page

Anneler Gününüz Kutlu Olsun

Nasıl söylenir bilmem?

anneler-gunu-31

Hiçbir şey söylememenin ya da söylemek istememenin en kısa ve açık ifadesidir bu soru cümlesi. Ya da söylenecek şeylere bilinmez gizemler eklemenin en kısa yolu. Belki başka daha sebepleri vardır bunun. Vardır elbet, dillerde lehçelerde bunu dillendirmenin çeşitli yolları.

 Nasıl söylenir bilmem?

 Artık yaşlar eridi, sevdalara kapanalı yıllar oldu, bu saatten sonra eskilerden hayır beklemek, hayır görmek mümkün mü? Ama ağız kalabalığı gibi de görmemeli kimse, laf ebeliği de sanmamalı.

 Ama belli ki yerine konması gereken bir emanet gibi duruyor yaşananlar. Yaşanmış yılların bizlere aktarmış bulunduğu o güzel anların. Vakitlerin, tatların, hazları hayrına, belki hayır beklememek ama hayırla anmak ve hayırlı olmak adına.

 O kadar çok vakitlerin esirleri olduğumuz yıllardı ki onlar. Esirlik yalnız vakit ve zaman sorumsuzluğuydu. En kıymetli anlarımız, bir- beraber olduğumuz anlar değildi de yaz aylarının başlangıcını işaret eden ayrılık zamanlarıydı. Otobüs başları, kantin aralarıydı. Sınıf pencerelerinin önleri, birkaç çam ağacı altı, kütüphane masalarıydı. Sanırım en yaman ayrılıklar ise, kalkmaya hazır bekleyen, motorların çalışmasıyla hem benzin kokusunu hem de titremeyle birlikte gelen motor gürültüsünü iç içe yaşadığımız anlardı.

O kadar esirdik işte.

 Eskilerden hayırla yâd etmenin elbet başka yararları da var. Onlar bizim yalnız sevda bahçelerimizin çiçekleri değillerdi. Gerçek birer bahçıvandılar da. İklimi bilip yaşatan, toprağı bilip sulayan.  Onlar, bugün tarla aralarında birer sera yaratma sevdasında olan bizler için, hala ilk usta öğreticilerdi. Bakmayın bunca yıllar içinde vahalar yaratamamış olmamıza. Sadık kalamadık öğrendiklerimize. Sürdüremedik.

 Onlar eskiydiler, eski olmalarına. Her şeyde eski. Eski sevdalılar, eski arkadaşlar, eski yavuklular. Artık bugün yavuklu sözünün kullanılmıyor olmasının da ilk sebepleriydi onlar.  Bizlerden sonra tutulmayan sözlerin inadına, verilmeyen emanetlerin adına artık yavuklu olunmuyor, yavuklu bulunmuyor. İnsanlar sözleniyor. Ama onlar bizim yavuklularımızdı.

Nasıl söylenir bilmem ama onlar yavuklu, bizler yavru muyduk?

 Onlar eskinin kokularıydı biraz da. Çam sakızı kokarlardı, sözcükler arası. Lavantaydı üstlerinin beyazlıkları. Belki çivit kokmazdı ama hani temizlik gücüne inat sanki kokusu da vardı. Masmaviydi kokularının tarifleri, ne biraz şeker di, ne biraz karamel bu günküler gibi. Hatta ütünün sıcak basmış bir buhar kokusu da vardı üstlerinde. Yarım yamalak belki ama içten içe. Severdik bu kokuları ve onların yaratıcılarını.  Nasıl söylenir bilmem ama birazcık da biz dik o kokular. Ekmek arası peynir tadı arar gibiydik adeta. Nerede bulunduğu bilinmez ama aslında aç iken hissettiğimiz ekmek idi, haz alırken bulduğumuz ise o beyaz peynir kokusu. Biz açlığı da severdik aslında, karnımızı ekmek arası bir peynirle doyurmayı da.

 Onlar her rengin biraz ressamlarıydılar. Hele cumartesi, pazar günleri çiçek açarlardı. Çiçek saçarlardı. Renk renk, şebboy şebboy. Ne bileyim farklılıklar yalnızca boylardaydı sanki. Kimi biraz daha küçük, kimi biraz daha büyük. Çiçeklerin yaşı olmaz hesabıylaydı, sayılan yalnızca yaprakları ve goncalarıydı. Sayardık usanmadan, bıkmadan, esirgemeden. Al basma, pembe pazendi toprakları,  daha pastel kadife, daha can alıcı ipekti yaprakları. Öylesine boyarlardı ki okulun o biraz gri duvarlarını, kapılarını. Renk açarlardı, renk saçarlardı. Bizlerin ise kimi en çok sarıyı severdi, kimi biraz vişneçürüğü derdi. Pembeler, turuncular sevilmenin en güzel renkleriydi. Ördekbaşı yeşilleri, kayısı sarıları, limon renkleri, kardelen beyazları, zambak lilaları. Ya erguvan mevsiminde giyilen erguvani penyeler? Tam bir renk, tam bir cümbüş bahçesiydi onlar. Nasıl söylenir bilmem ama onlar mı renktiler, renkler onlar mıydı?

 Öylesine güzel renklerin ve kokuların içindeydik ki. Üstümüz boyanmadan, koku sarmadan olmazdık, olamazdık. Biz onların arka bahçeleriydik. Biraz sırık, biraz kırık biraz da solgun, argın.

 Onlar bilinmedik melodilerin ritmiydiler. Kâh şarkıydılar, kâh türkü. Yemen Türküsüydü birçoğu gurbette olduğunu hatırlayınca. Ege Türkülerinin en hoş sesleriydiler. Sevdalarını ördüler notalarla. En yanık ağıttılar: “Söyleyin anama, anam ağlasın, anamdan gayrisi yalan ağlasın” Bizler onların yanında çalmayı öğrendik sazları. Onlara çaldık. Mutlu zamanların başka şarkıları olabileceğini duyduk onlardan. Müsamerelerin en güzel şarkıcılarıydı onlar. En güzel şarkıydılar hep söylenen.  

 Yatılı bir okulda onlarla okumanın tadı bir başkaydı. Bambaşkaydı. Eğer bugün hala ayakta isek, hala yaşamayı biliyorsak, hala yemeklerde tad aramanın da farkındaysak, bir kadına “güzel hanımefendi” diyebilmeyi esirgemiyorsak, sebep onlardır.

 Onlar bizim sıra arkadaşlarımızdı. Onlar yemekhane masamızdaki analarımızdı. Onlar oyunlarımızda el verdiklerimiz, teneffüslerde söz verdiklerimizdi. Onlar kazaklarımızı ören, söküklerimizi dikenlerdi. Onlar en beyaz kâğıtlara en güzel yazılarımızı yazdıklarımızdı.

 Onlardı be bizi evirip, çeviren.

Şimdi nerdeler?

 Biz onları dağ başı sayılabilecek küçücük bir kasabada tanıdık. Yatılı bir okulun salonlarında, yemekhanelerinde, etüt sınıflarında bulduk. Çamaşırhanelerde, ütü masalarında gördük. Atölyelerde, laboratuarlarda beraber çalıştık. Tarlalarda, bahçelerde koşuşturduk. Muhtemeldir ki, o hallerine âşık olduk.

 Onlardı be bizleri adam eden.

Şimdi nerdeler?

 Evet, onlar bizim kız arkadaşlarımız, kız kardeşlerimizdiler. Bugün hepsi bir başka diyarda anne olmanın sevincini paylaşıyorlar muhakkak çocuklarıyla. Onlar elleri öpülesi insanlardı. Öpülen her el onların eli olmalıydı. O çok sevdiğim insanların şahsında, o hiç unutmayacağım arkadaşlarımın, kardeşlerimin şahsında, tüm annelerin “Anneler Günü”nü kutluyorum.

goruntu0201

Tabi,   birçoğuna annelik yapmış annemin ve bir kısmına hemşire olan eşimin de.

Anneler Gününüz kutlu olsun.

 Haldun CEZAYİRLİOĞLU

bottom of page