“Tanrılar da insanlar gibidir; doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Mısırlıların Api’si, Perslerin Ahuramazda’sı, Greklerin Zeus’u, Romalıların Minerva’sı, tarih mezarlığında üstü yazılı birer taş olmuşlardır. Her devrin idealini gösteren tanrılar, devirler değiştikçe yerlerini yenilerine bırakırlar. Bizim bildiğimiz dünya kurulduğundan beri bu böyle olmuştur. Sonra gelen tanrılar da önce gelen tanrıların kalıntıları, bir ideal atavizmi vücude getirir. Kendinden öncekini inkar eder tanrıda, çok kereler inkar edilenin izleri görülür.
İnanabiliriz ki bütün bu etki ve tepkilerin insan topluluğunun birleşik ruhunda aldığı hızlar, beşer hayatının uzunluğuna bakılacak olursa kemale doğru bir atılma, geniş manasıyle bir evrim çzigisi gösterir. Tarihin bize portresini yaptığı tanrıların yüzlerinde kronolojiye uygun bir mükemmeliik buluruz. Fakat bu geçişler, bir idealden öbürüne atlayışlar, hemen her defasında sarsıntılara ve buhranlara sebep olur. Bu değişme anlarında değişene bağlı kalanlar, hemen her vakit kötümserdirler. Dertleri büyüktür.İnsanlığın battığını, mahvolduğunu söylerler. Her devirde muayyen bir cins yaratık gibi üreyip türeyen bu sıkıntılı insanların yanlış düşündükleri, insanlığın henüz batmamış ve yaşamakta bulunmuş olmasiyle meydana çıkar. Cinsdaşlarımızın en amansız bir şekilde savaşıp birbirini öldürdükleri yirminci asır, insan sayısının en çok yükseldiği zamandır.
Şikayetçiler, yavru doğuran bir ananın ıstırabını ölüm hali zannetmek gafletine düşenlerdir. Burada dikkat edilecek nokta, hayata yeni bir varlık ilave edilirken onun kolayberi vücut bulmamasıdır. Yakın tarihimizden misal alırsak görürüz ki Tanzimat böyle bir doğuştur. Meşrutiyet ve Meşrutiyet Türkçülüğü bu evrimin safhalarındandır. Cumhuriyet Türklüğü kendisinden evvelki inkılaplara nisbetle büyük bir evrimi işaret eder. Her safhada tanrılar değişmiştir. Benim neslimden olanlar, bir tanrı nasıl ölür ve bir yeni tanrı nasıl doğar, bunu 1918 le 1922 arasında görmüşlerdir. Hiç değilse görmüş olmaları lazımdır.
Yüzü geriye dönük olanlar elbette rahatsızlık duyacaklardır. Hayvanına ters binmiş bir yolcu gibi bunların başı döner; geriden uzaklaştıkça eşyayı küçülmeye başlar görürler;sıkıntıdadırlar, ıstıraptadırlar ve bazan bunda samimidirler de… Yüzü istikbale dönükler, uzakta küçücük gördükleri ideallerini ona yaklaşmak için sarfettikleri emekle her zaman büyümekte görürler; onu daima daha aydın, daha canlı bulurlar. Onun için iyimserdirler, bahtiyardırlar, hayatları daima verimli olur. Yürürler ve beraberlerinde başkalarını da yürütürler. Yeni insanlar, kendi yarattıkları tanrıların insanlarıdır. Bu türlü ideallerin doğduğunu duyanlaradır ki, Kahraman diyoruz. Onlar yeni hayata acıkmış yoldaşlarına göğüslerini yarıp kendi elleriyle ılık kanları dolu yüreklerini yiyecek diye verebilenlerdir. Fedakar olmadıkça, özgeci olmadıkça bu sırrı ermeye, bu mertebeye yücelmeye yol yoktur.
Aziz arkadaşım Reşat Nuri Güntekin’den Carlyle’nin “ KAHRAMANLAR” kitabını dilimize çevirmesini, tek bu düşüncelerin anlaşılması ve yayılması için istedim.”
28 Haziran 1943
HASAN- ALİ YÜCEL
Yukarıdaki yazı, zamanın Maarif Vekili tarafından yazılmıştır. Bu yazı, Carlyle’nin “Kahramanlar” adlı kitabının Reşat Nuri Güntekin tarafından tercüme edilen 1943 tarihli nüshasının ilk iki sayfasında yer alır. Yayıncı Semih Lütfi Erciyas’tır ve Semih Lütfi Kitapevi tarafından yayınlanmıştır.
Neredeyse günü gününe tam 69 yıl öncesi Türkiye ve o günlerin tasavvurları. Zamanın en güçlü insanı ve en kudretli kalem sahibi olan bir aydın tasavvurları. Yorum, sizin!
Comments