24 Mart 1935
Köy Enstitüsü Kültürü Üzerine Küçük Notlar:5
Hiç bir şeyin oluşumunu basit tesadüflere bırakmak ve ansızın ortaya çıkan dahilerin işi gibi görmek mümkün değildir. İşin gerçeği araştırıldığında, dönüp geriye bakıldığında o işin ortaya çıkmasına sebep olan çeşitli gerekçelerle karşılaşılmakta, ve işin içinde üstün gayret ve çabalar görülmektedir.
Köy Enstitüleri de böyle bir gayretin ve çabanın sonucu ortaya çıkmış, mükemmel sonuca ulaşmak adına adeta bir laboratuvar ortamında defalarca deneyleri yapılmış bir olgudur. Hiç kimsenin tek başına ortaya koyduğu, hiç kimsenin tek başına kendisinin yarattığı bir gerçek değildir. Elbette her oluşumda olduğu gibi, öncüleri, kuramcıları, neferleri, kurmay ve kahramaları vardır, olmalıdır da.
Köy Enstitülerini illaki bir şeye benzetmek gerekirse, zengin bir vadinin içindeki, kocaman bir ağacın tepesindeki dallar arasına örülmüş bal peteğine benzetmek uygun olacaktır.
O kadar hakiki, o kadar güzel, o kadar doğal, o kadar sağlıklı ve o kadar şifa kaynağı ki bu bal; değil yemek, tatmak bile insanı mutlu edebilmektedir. Kimbilir hangi eski bir kovandan kaçıp burada “oğul” oluşturmuş yeni sürgün arıların bu balı, insana sağlık vermektedir. Güç vermektedir,dinçlik vermektedir.
Elbette bu güzel tadın oluşumunda, neferlerin,işçilerin, kraliçelerin, etkisi büyüktür. Elbette, “oğul”un geldiği yaşlı ve ihtiyar kovanın taşıdığı gen ve yapılar önemlidir. Elbette bu işe emek verenlerin, verdirenlerin katkısı büyüktür ki; o kocaman ağacın gövdesindeki dallar arasına petek petek örülmüş, hiç bir zayiat verilmeksizin tüm emek burada toplanabilmiştir.
İyi de, hiç mi o zengin vadinin çiçeklerinin, ağaçlarının,çimenlerinin, suyunun katkısı olmamıştır bu tada ? Hiç mi yaşanan o iklimin etkisi olmamıştır. O coğrafyanın boranı, rüzgarı, sisi, fırtınası bala tat katmamış mıdır? O güneş değil midir bal rengini veren? Ya, o koku değil midir Mayıs çiçeklerinin tazeliği? Hiç mi o vadinin biraz uzağında yaşayan insanların bahçelerindeki güllerin, çiçeklerin etkisi olmamıştır. Yere serilen elma kakından, ateşte kaynatılan üzüm pekmezinden, ipe asılan incir pestilinden hiç mi tat almamıştır? Mümkün müdür?
İşte bu yönüyle Köy Enstitüleri, yaşadığı toprakların yıllara dayanan birikimleri üzerine, bu birikimlere sahip evlatları tarafından kurulup, geliştirilmiş topyekun bir eğitim hamlesidir.Bu hamlenin isimsiz kahramanları vardır, adları bilinmedik. Bu hamlenin kıymeti, kadri bilinmemiş evlatları vardır, adları unutulmuş gitmiş. Bu hamlenin her safhasında olmaya çalışmış fikir ve düşün adamları vardır, adları zaman zaman hatırlanan. Bu hamlenin bilindik kahramanları da vardır, her zaman adları saygıyla anılan. Ancak bu gerçek hiç bir zaman bu hamlenin büyüklüğüne ve değerine olumsuz etki etmemiş, etmeyecektir. Şu bir gerçektir ki; bu ülkenin toprağına yakışan her şeyin yeşermesine, bu topraklarda doğan evlatlarının gönül rızası zaten vardır, çoktan vardır.
Yıl 1935, Mart’ın 24’ü.
Zamanın en güçlü gazetelerinden biri olan KURUN Gazetesinde bir makale yayımlanır. Kurun Gazetesi de o günlerde, kurulduğu yıl olan 1916 tarihinden itibaren yayın hayatını sürdüren, siyasi mülahazalar kadar edebiyat ve sanat hayatına da önem veren bir yapı ihtiva etmektedir. Bir çok yazarımızın ilk eserlerinin Kurun Gazetesinde yayınlanmış olmasına, tefrika edilmesine bakılacak olunur ise okunurluk seviyesini de göz önüne getirmekte fayda bulunmaktadır. Hatta felsefi ve içtimai hususlar bile pekala geniş biçimde ele alınıp incelenmekte, irdelenmektedir. Bu yönüyle Kurun Gazetesi entellektüel bir mekan yaratmakta, aydınlarımızın bulauşma noktasını oluşturmaktadır.
Keza, o gün yayınlanan bu makale de : “ Yarının Muallimleri Nasıl Yetiştirilmeli?” başlığını taşımaktadır. Dr. Halil Fikret KANAD’ın imzasını taşıyan yazı, sorunun cevabını bulmak adına yola çıkmış bir aydının ifadelerine tanıklık etmektedir. Aynen; “Elbette, “oğul”un geldiği kovanın taşıdığı gen ve yapılar önemlidir.” denildiği gibi, KANAD da, yazısına şu cümlelerle başlamaktadır:
“ Bu günün muallim mektepleri bize dünden miras kalan ve içinde dünün damgasını taşıyan müesseselerdir. … Bunlar tarihi vazifesini yaptılar, bugüne kadar Türk vatanına vereceklerini verdiler.Bu itibarla önlerinde saygıyla eğilelim. Fakat, yeni devir için, Cumhuriyet ve İnkılap Türkiyesi için bunlar artık, iş göremezler. Yeni devrin, yeni talepleri karşısında muallim mekteplerimiz çok aziz ve çok ihtiyardırlar. Bunları tarihe mal edelim. Yerine yenilerini, günün ve devrin ihtiyaçlarını daha iyi karşılayacak olan yepyeni Türk Muallim Mekteplerini açalım.”
Yazar, çok güzel bir ifade ile, geçmişin idari yapısını ortaya koymakta ve bundan yeni bir oluşum için kendisine yol çizmenin yollarını aramaktadır.
“ Sevilen ve sevdirilen terakki prensipleri dahilinde çalışmayı “ yapıcılık” olarak adlandıran Halil Fikret KANAD bu ilk yazısında , “ Köylüyü kımıldatmak, köylüyü her hususta yükseltmek ve bütün Türk Köylerini imar ve ıslah etmek, yapıcılığın ana çizgileridir” demektedir.
Köylerde terakki şuurunu, “daha iyi, daha güzel ve rahat bir yarın şuurunu” uyandıracak biricik unsurun, “şimdilik” yalnızca Köy Muallimleri olduğunu belirten KANAD, “ Köylerde yapıcılık şuuru, terakki şuuuru sözle değil, ancak işle ve devamlı temaslarla temin edilebilir. Köylü, gözü önünde bir şeyler yaratıldığı, ayni emekle kendinden daha güzel ve daha iyi bir hayatın canlandığını görürüse kımıldanır ve harekete geçebilir. Kuru söz, bol nasihat köylünün kolay kolay kulağına giremez” demekte, bütün bu işleri yapabilmek için de “ Türk Mualliminin bariz ve kat’i bir takım vasıflarla hayata atılması gerektiğini” belirtmektedir.
Muallimlerin yüklenmesi gereken “bariz ve kat’i vasıfları” tek tek izah eden KANAD, Köy Enstitüleri serüveninin ilk adımlarını sıralamaktadır.
Söz konusu tefrika 25, 26, 27 Mart1935 tarihlerinde de peşpeşe yayımlanmaya devam olunur.Tefrikanın 3’üncü ve 4’üncü yazılarında ise “ Yeni Muallim Mekteplerinin İç ve Dış Teşkilatlarının Nasıl Olması Gerektiği”ni sorgulayan KANAD, sıraladığı maddeler arasında adeta Köy Enstitüleri’nin ana ilkelerini saymaktadır.
Sözü edilen makalelere bakıldığında;
“şehrin canlandırılması”, “ köyün yüksetilmesi”, “köylünün kımıldatılması”, “köylünün yükseltilmesi”, “köylerde yapıcılık”, “nazari ve ameli ziraat”,”prodüktif insan”, “tabiatın kucağı”, “ muhtelif iş ve sanat atelyeleri”, “uygulama bahçeleri”, “köy bakımı ve köy imarı”, “el işi atelyeleri”, “muallim evi” gibi kelime ve tanımlarla nerdeyse bir okuyucu açısından ilk defa karşılaşılmaktadır. Bunlardan bazılarını bu dönemden daha önce yaşamış bir kaç Türk aydının ağzından ve ifadesinden duymuş olmakla beraber bu derece açık ve çok sayıda bir arada görmek, bir günlük gazetenin sayfalarına nasip olmuştur. Daha sonra Halil Fikret KANAD, çeşitli eserlerinde bu kelime ve tanımları içeren yazılarına çok yer vermiştir. Ancak günlük gazete ifadelerinde bu kelimelere ilk kez rastlanılmaktadır.
Köy Enstitülerinin kuramını oluşturan bu kelime ve tanımları 1935 yılında bu denli açık ve beraberce görmek, yaklaşık 5 yıl sonra ortaya çıkacak bir kültürün başlangıcı olarak da büyük önem taşımaktadır.Nihayetinde “köylünün kımıldatılması” tanımı, “köyün ve köylünün canlandırılması” olarak bir kaç yıl sonra evrilerek karşımıza çıkacak, bu kelime de tam olarak, Köy Enstitülerinin özünü ifade etmiş olacaktır.
Bu yönüyle, Dr. Halil Fikret KANAD’ın, 24 Mart 1935 tarihinde başlayan ve ardarda dört günde tamamlanan makalelerini eğitim tarihimiz açısından çok önemsiyor, Köy Enstitüleri uygulaması açısından bir milad olarak niteliyorum.
Tamı tamına 76 yıl önce bugün yayınlanmış olan : “ Yarının Muallimleri Nasıl Yetiştirilmeli?” başlıklı makalelerin, yıl dönümü bahanesiyle de olsa tarafımdan bir konu ve iş olarak ele alınıp değerlendirilmesi de şahsım açısından da bir milad olarak değerlendirilmelidir.
Niye mi? Bu topraktan can bulmuş bir fidenin, ilk tohumlarını bulmaya uzanan bir sürecin henüz en başında olduğumu hatırlattığı ve hissettirdiği için!
Comments