top of page

Zonguldak Memleket Hastanesi

” Bilgilerimizi yenilemek ve yenilerini ilave etmek, araştırmacılığın esaslarından değil midir? Elbette öyledir; öyle de olmalıdır. Değerli üstadımız Erol ÇATMA Bey’in aynı başlığı taşıyan bir yazısını daha önce sizlerle paylaşmış idik. Ne güzel bir gelişmedir ki, yazının içeriğine yapılan çok önemli katkılardan haberdar olunduk. Bu kez de mevcut yazı üzerinde düzenlemeye gitmektense, yazıyı yeni şekli ile vermeyi uygun gördük. İstedik ki, okurlarımız iki yazı arasındaki farkı kendileri sezsinler ve edindikleri bu yeni bilgi ile de mutlu olsunlar.

Sayın Erol ÇATMA’ya  sonsuz teşekkürler. H.C “

Zonguldak Memleket Hastanesi

Erol ÇATMA

O’ Amele Hastanesi olarak yapılmasına rağmen, biz ona “Memleket Hastanesi” derdik, çok sık kullanılan başka bir anılması ise “Millet Hastanesi” idi. Sonraları “Amelebirliği Hastanesi” yapılınca bizler oraya gittiğimiz için “Karşı Hastane” olarak da anılması da oldukça yaygınlaştı. Sonraları biraz daha resmileşerek “Devlet Hastanesi”  olarak anılmaya başlandı.

Benim anlatacağım  eski günler olduğu için, hastaların, devlet hastanelerinde yani o zamanki ismiyle memleket hastanelerinde veya millet hastanelerinde rehin kalmadığı, zulüm çekmediği zamanlardı.Yani, güler yüzlü doktorların hastalarına imkanları ölçüsünde şifa dağıttığı, hastalarına iyi bakabildiği zaman para değil de keyif aldığı, hastalar arasında, muayenehaneye gelenlerle gelmeyenler veya daha bir başka söylemle bıçak parası verenlerle vermeyenler diye ayırım yapılmadığı zamanlardı.

Şimdi sizlere bir “Memleket Hastanesi” nin öyküsünü anlatmaya çalışacağım. Öyküsünü anlatmaya çalıştığım Hastaneyi Türkiye’deki diğer memleket Hastanelerinden ayıran en büyük özellik ilk yapılan memleket Hastanesi olması ve aynı zamanda Cumhuriyet tarihinden eski olduğu gibi Osmanlı imparatorluğuyla da uzaktan yakından alakası olmayan bir Hastane olmasıdır. Bu satırları okuyanlar böyle bir şey olmaz diyebilirler. Olmaz olur mu, yeter ki sen insanlara her koşulda hizmet edilebileceğini unutma, hizmet ederken sadece idealist düşüncelerle hareket et, yeter ki “Memleket gibi memleket” hayal et, onu kurmaya çalış işte o zaman kuracağın hastanede “Memleket Hastanesi” olur, bıçak paralarının dolarla veya euro ile pazarlık yapıldığı bir Hastane olmaz.

Hastane inşaatının başlama tarihi Nisan 1922’dir. Bu tarih şimdiler de çoklarına bir şey ifade etmez. Çünkü şimdilerde İMF ve AET kuyrukçuluğu moda oldu, herkez kurtuluşu oralarda arıyor. Bir anlamda herkez mandacı oldu.Ülkeyi bütünüyle sömürge yapabilmek için yarışır oldu.

Nisan 1922 de Anadolu topraklarının büyük bir kısmı işgal altındaydı. Sakarya Savaşı’nın Milli ordular tarafından kazanılmasından sonra, işgal kuvvetleri  batıya çekilmiş Avrupa’daki bütün olanaklarıyla ve ülkelerindeki bütün askersel güçleriyle hazırlık içindedir. İşgal kuvvetlerinin ulusları, dişinden tırnağından artırdıklarını Anadolu’daki askerlerine göndermektedir. Çünkü, Anadolu’nun yutulması için, son darbeyi indirmenin seferberliği içindeydiler.

O sıralarda Zonguldak’ta maden işçileri madenlerde çalıştıkları gibi kritik anlarda en genç asker kuraları cephelere sevk ediliyor, cephelerde işi bittikten sonra da alelacele madenlere geri döndürülüyorlardı. Çünkü çıkardıkları kömürün büyük kısmı takas anlaşmasıyla silah karşılığı satılıyordu. Ankara’da Yahşihan’da kurulan ilk silah sanayiimiz de, Ankara’yı, Eskişehir ve Istanbul’a bağlayan tek hattımızdaki lokomotiflerde maden kömürü yanıyordu. Ayrıca ihraç edilen kömürden alınan %3’lük rüsum da Ankara’ya maddi destek için gönderiliyordu.

Madenlerde çalışan maden işçileri de teknolojik yoksunluktan kaynaklanan nedenlerle yoğun emek çalışıyor, bu nedenle iş kazalarına maruz kalıyorlardı. Havzada sadece Fransızlar’ın 15 yataklı küçük bir hastanesinden başka bir sağlık kuruluşu yoktu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi maden işçisinin perişan durumunu göz önünde bulundurarak, Nisan 1922’ de  Zonguldak’a bir Amale Hastanesi yapma kararı alır ve inşaat süratle yapılmaya başlanır.


Amale Hastanesi 55 yataklı olarak tasarlanır ve projesi Zonguldak’ın tek mimarı olan “Mimar Muallim Kemalettin Bey” tarafından çizilir. Hastanenin malzemeleri 336 senesinde Büyük Millet Meclisi’nce ayrılan tahsisatla karşılanır. Hastane birinci sınıf Hastane statüsüne dahil edilmek üzere planlanmış ve dahili bir ser tabip tarafından idare edilecektir. Bu tabip Zonguldak Sıhhiye Müdürü Dr. Abdullah Cemal’ dir.

Hastane inşaatı devam ederken gerekli sağlık hizmetlerinin aksamaması için şehir içindeki Trabzon oteli kiralanarak geçici bir Hastane oluşturulur.

 “151 sayılı Havza Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun” ile  bütün maden şirketleri ve madenciler işyerlerinde Hastane, eczahane ve doktor bulundurmak mecburiyetindeydiler. Bu kanun gereği Fransız Şirketi haricindeki bütün şirket ve ocaklar bu Hastaneye belirli bağışlarda bulunarak 151 sayılı kanundaki yükümlülüklerini de yerine getirirler. Zaten irili ufaklı bir çok ocak çalıştıran şirket ve madencilerin tek başına Hastane açacak imkanı da yoktur, açılsa da ihtiyaca cevap vereceğini düşünmek bile yanlış olur.

Hastaneyi  ve şehiri birbirine bağlayacak yol için 16 Ağustos 1922 tarihinde bütün şirket ve ocaklar ikişer tane işçi istihdam ederler, Eylül ayının sonlarına doğru Hastane yolu bitmek üzeredir.

Hastane ve yolu için kayıtsız kalan Fransız Şirketi Büyük Taarruz’un kazanılmasından ve işgal kuvvetleri Anadolu’dan atıldıktan sonra 1500 lira bağışta bulunur, 1500 lira da diğer ocaklardan toplanarak Hastane yolunu motorlu araçlar işleyebilecek şekilde düzene sokarlar.

Yokluk, ölüm kalım savaşının içinde yapılan bu bina Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nde bir ilktir.

Nahit Sırrı Örik, 1928 yılında “Resimli Hikaye”de yayınladığı “İki Rakibe“ isimli öyküsünde Hastaneyi, “Bu hükümet Hastanesi, İstanbul’dan gelen vapurlar limana girince sağa düşen yemyeşil bir tepe üzerinde beyaz bir binadır; uzaktan insana, Büyükada ve Heybeli’deki  tepelerde yapılmış Rum mekteplerini  hatırlatır” satırlarıyla tanıtır.

O zamanki koşullarda Rumların okul mimarileriyle ve ihtişamıyla yarışabilecek bir binayı yapanları saygıyla anmak gerekmektedir.

Büyük Millet Meclisi’nin ve Anadolu’nun  geleceğinin hiçbir garantisi yokken, Anadolu topraklarının büyük çoğunluğu işgal altındayken, böylesi bir Hastaneyi düşünmek ve yapabilmek oldukça ince düşünülmesi gereken bir husustur.

Memleket Hastanesine son gittiğimde önce çok mutlu oldum, üst kattakiler sanki bir Hastanenin değil de çok yıldızlı turistik bir otelin odaları gibiydi, işin aslını öğrenince oldukça da üzüldüm, o odalar sadece parası olanlara tahsis ediliyormuş, garibanlar yine rehin kalabilir veya bakılma zahmetinde bulunurlarsa  alt katlarda ki “normal” koğuşlarda yatabilirlermiş. Yani Hastane, milletin, memleketin, devletin Hastanesi olmaktan çıkmış, parası olanların yani ayrıcalıklı olanların Hastanesi olmuş.

Hastanemizin tekrar memleket Hastanesi olması ve olayı buraya getirenlerin utanması dileklerimle

bottom of page