Meğer bahar çoktan bitmiş, yaz da bitmiş. Meğer sonbahar mış mevsimin adı, sapsarı. Hani renkler ve kokular ile oynama içgüdümüz var hayatta, ondandır besbelli. Sapsarı ve kavun kokulu bir mevsimdeyiz işte !
Her yer sarardı şimdi. Dönüp bakmalı insan, bir yaz tatilinin içine girip saklanıverdiği yeşilliklerin o halini. Sardunyalar, petunyalar ne oldular? Ne oldu o utancından kıpkırmızı kesilip, sarmaşıklara sarılan akasyalar?
Ekim’deyiz. Yeniden ekeceğiz her şeyi. Kimbilir, hangi sahillerinde bir aşkın ilk iki kelimesini söylenirken saklanılsın diye dikilecek bu mevsim kozaları. Kimbilir, kime yarayacak bu seneki mahsul!
Bizler bir ucundan tatmıştık saklı çileklerin şekerini. Bir ucundan da tutmuştuk, reçellere malzeme olan pembe renkli, güllerini. Kirazlar toplamadık mı , en olgun incirlerin dallarında biz yokmuyduk?
Ne de kolay koyup geldik her şeyi, kendine. Yerli yerinde. Renkler de özgürdür, şimdi kokular da.
Ekim, bir yağmur başlatacak üzerimize, her şeyin sahte kokusunu silmek için. Olanı biteni silip, atmak için. Doğmak için. Doğurmak için.
Ekim, son düğünlerin ilk anı oluverecek imkansız ellerde. İmkansız evlerde. İmkansız yerlerde.
Ekim, bitmeyen eğlencelerin son durağı. Uçsuz bucaksız toprakların ilk sevinci. İlk zili okulların, ilk yemeği fakirlerin.
Ekim, nice sözü var sevdalıların sana, her Ekim ayında anılma adına. Anılman da zor, anman da şimdi.
Ekim, sapsarı rengin, kupkuru tenin, avuç açmış yağmur bekler elin.
Ekim, bir yol çiz bana, ağaçların olsun, suyun, deren olsun, bir baca tütsün barakanda, bir huzur olsun. Hani bir mutlu resim çiz, içinde insan olsun.
Büyüklüğüne, yüceliğine çok şey mi istenenler ey Ekim?
Sizi 1950 yılının takvimiyle başbaşa bırakıyorum. Ne yıllar mış ama?
Comments