top of page

Basının Sebepsiz Harbi


“Bir harbe sebepsiz atılan Enver’i gördüm:

Baktım ki, azablar çekerek kıvranıyordu,

Etrafını sarmış alevler, yanıyordu.”

Yaşananlardan ders alarak yaşamak, insanın en büyük eğitici unsurlarından biridir. Bu eğitimin olumlu etkisini yaşamak için, çoğu kez geriye dönüp şöyle bir bakmak bile yeterli olabilmektedir.

Yakın geçmişteki coğrafyamızı kana ve vahşete döndüren savaşların, başlangıcı sayılan Körfez Savaşı’nın üzerinden 24 yıl geçmiştir. Amerikan’ın Irak’a müdahalesi ise henüz 12 yıl olmuştur.

Dönüp geriye baktığımızda, Türk basınının Körfez Savaşı ve Irak Savaşı’nda parlak bir sınav vermediğini hatırlamaktayız.  Gazeteci ciddiyetiyle bağdaşmayan başlıkların atıldığı, yazıların yazıldığı ve tahrik edici unsurların  ( ve kişilerin)  kamuoyu önünde parlatıldığı hepimizin kolayca hatırladıkları arasındadır. Kışkırtıcı olmayan, halkı itidale çağıran yaklaşımlar ise savaş çığlıkları arasında duyulmamıştır bile! Barış çağrıları güme gitmiş, bu uğurda çaba harcayan insanlar da, itilmişler, kakılmışlar ve küçümsenmişlerdir.

Yaşananları, özünde emperyalist ülkelerin çıkarlarına göre tanzim edilmiş haritaların üzerinde, bir petrol paylaşım savaşları olduğunu bilmemiz ve de “ bir koyup üç alma” merakı dışındaki yöneticilerimiz dışında,    biraz “ misafir” gibi uzaktan izlememize rağmen, tanıklıklarımız daha çok şeyler söylemektedir.

Basınımızın, televizyonlarımızın, yorumcularımızın, köşe yazarlarımızın nasıl da hemen saflaşmaya başladıklarını hatırlamak hiç güç değildir. Bir yandan savaşa karşı olanlar,  Türkiye’nin bu savaşa bulaşmamasını savunanlar ve bir yanda da “ cengâver millet”  sözcüsü olmaya soyunmuş gözü kara maceraperestler. Bu saflaşmayı pekiştiren yabancı haber kaynakları, ajanslar, radyolar ve televizyonlar. Beraberinde de yanlı haberler, yanlı yorumlar, kolaylıkla çıkar kavgasında alet olma durumuna düşmeler: Yeni Ortadoğu Haritaları çizmeler ve Osmanlı İmparatorluğunu yeniden kurmalar.

Propaganda amaçlı film ve haberlerin esiri olmuş, ancak mayalandırılmış akıllarıyla, Kuveyt’e, Irak’a, Türkiye’ye özgürlük kazandırmaya çalışanlar!

Doğrusu o dönemlerin Türk basınının sorumsuz ve ciddiyetsiz tutum ve davranışlarının, karşımıza bir gün, “ utanç levhası” olarak çıkma olasılığı hala çok yüksektir.

Bu gün ülkemizde yaşananlar da, o günlerde yaşananlardan pek farklı değildir. Üstelik bu kez bir savaşın “ misafir” izleyicisi olamayacağımızın yalın gerçeğine rağmen.  Savaşın içinde, tam göbeğinde olacağımıza rağmen. Şimdiden basınımızda savaş çığlığı atan yorum ve haberlerin bollaşması,  savaş uğruna kişilerin, ülkelerin ötekileştirilmeye başlanması, daha düne kadar stratejik ortak kabul ettiğiniz kurum ve kuruluşların itibarsızlaştırılmaya çalışılması gibi. Hakaret, küfür, aymazlık, nefret içeren kelimelerin pek sık araya gelmeye başlamaları gibi. Şoven söylemlerin itibar ve güç bulmaya başlaması gibi.

Ne yazık ki ülkemizde basın ve medya, emperyalist taleplerden kolay etkilenebilir ve halkını da kolay etkileyebilir bir konuma gelmiş durumdadır. Bu sebeple her savaş döneminde, herkesten ve her şeyden önce kolaylıkla kendini sahnede bulabilmektedir. Kendi orijinal  oyunun ortaya koymaya çalıştığı kadar, defalarca sahnelenmiş  yabancı menşeli  senaryoların,   yeniden oynanmasına da imkan tanımaktadır.

Oysa savaş çığırtkanlığı yerine, barış söylemleri, barış yanlısı olma çabaları daha ahlaki daha insani ve daha onurlu değerler içerirler ve halkın arzusudurlar. Üstelik bir sahnede olmayı da gerektirmeyecek kadar yalın ve doğaçlama!

Üstelik hangi halk, müsebbibi olmadığı bir savaşın içinde olmak ister ki?

“Yurtta Barış, Dünyada Barış” söylemini hayata geçirememiş bir toplumun bu dinamiğine,  yine aynı Başkomutan’ın, “ Mecbur olmadan milletleri harbe sürüklemek en büyük cinayettir” söylemini hatırlatmakta yarar görüyoruz.   Yoksa ülkesini mecbur olmayan bir savaşa sürüklemiş, dönemin kahramanlarının arkasından yazılanlar, söylenenler hiç de hoş değildir. Hoş da kalmayacaktır.

Şair Necdet Rüştü“ Çanakkale’de Ruhlar” adlı şiirinde şöyle seslenir:

“ Ruhlar çekilip gitti; içim doldu bu yasla,

Yattım gece rüyada fakat mahşeri gördüm,

Bir harbe sebepsiz atılan Enver’i gördüm:

Baktım ki, azablar çekerek kıvranıyordu,

Etrafını sarmış alevler, yanıyordu.”

Yine de beni bu savaş söylemleri içinde asıl endişelendiren şey,   ülkemiz üzerinde “ bir koyup, üç almaya” çalışacak insanların ve bu niyeti taşıyacak ülkelerin olabileceği gerçeğidir. En çok onlardan korkarım; bir koyup, üç alacaklardan!

bottom of page