top of page

15 Haziran: Bugün Benim Doğum Günüm

Mahzun bir doğum günüydü o gün. Yalnız, üzgün ve de mutsuz. Kadersiz.

Sıcak, tozlu ve karmaşık bir Ankara günü. Sokaklar dün geceden kalan kokularla sarmaş-dolaş. Biraz yanık bir et, biraz iç yakmış bir alkol. Nerden çıktı  bu kavrulmuş leblebi kokusu da? Yerlere serilmiş gül yaprakları, gazoz kapakları. Kağıtlar, konfetiler içki parçaları. Yıkılıp yerlere serilen çöp kutuları, kavun-karpuz kabukları. Balık ızgarasından arta kalan kılçıklar ve kanatlar. Domates, biber parçaları, yemek artıkları. Uzunuzadıya yazılıp çizilmiş kağıt parçaları. Gazete ekleri, spor sayfaları.

Ve aralarından bir resim!

Siyah-beyazlı yıllar. Henüz renkli fotoğrafların ilk yayıldığı seneler. Üfür üfür kabartılmış sarı saçların arasına sıkıştırılmış, kıpkırmızı bir gül ile çekilmiş tazecik bir resim.  Gözlerin yeşile uzanan rengi, dudaklara yansımış sadelik ve tazelik. Bunca ışıltıya rağmen gizlenemeyen saflık. Gençlik.

Fotoğrafın arkasına özenle yazılmış  bir ithaf. “ Senin için. Seni seviyorum. Sevil ”

Sanki sarı saçlar fotoğrafın önünde eser, yeşil  gözler gerisinden akar gibiydi. Senin içindi. O masum bakış, senin içindi. O gülüş, o bakış hep senin içindi. Anlamadın mı, seni seviyorum.

Elimde yoğruldu o fotoğraf, ses oldu cana, renk oldu kana büründü. Konuştu, koşuşturdu. Eliyle işaret etti bana, “ çöpü karıştır” diye. Sanki benim elimi bekler gibiydi, çöpün içindeki sarıca renkli bir kağıt. Sarılıverdi, dolanıverdi parmaklarıma. Al, oku beni diye tırmandı kollarıma.

Nasıl kımıldadı fotoğraf bir bilseniz; dudakları kıpırdadı, elleri hareketlendi,gözleri ışıldadı.Şöyle bir doğruldu, hani hep aynı durumda çok oturur da , şöyle bir kalkıp ayağa silkilenir, sonra yine aynı pozisyonda oturursunuz ya, işte o misal.  Doğruldu. Sonra kollarını yine  birbirine sarıp, sarı saçlarını önünde estirdi, yeşil gözlerini gerisinden  akıttı. O gülüş hiç değişmedi, o bakış hiç değişmedi.

İnsanın içinden gelmedi değil, mademki ayağa kalkıp silkindin, hani o fotoğrafçının da görmediği gömleğinin birazcık geride kalmış yakasını düzeltmiş olsaydın ya demeyi. İşte bu güzelliğe, saflığa, tazeliğe yetmişti nedense! Bembeyaz, kar köpüğü bir gömleğin biraz geride kalmış yakası ne ola ki? Neler ola ki?

Göz kırptı ansızın, “ bırak onları,hadi oku der gibi”. Elime sarılan kağıdın büyüsü korkuttu beni ilkin. Kağıt büyümeye, yürümeye başladı adeta. Harfler resital oldu, notaya dönüştü. Noktalama işaretleri dans oldu, raksa dönüştü. Canlandı her şey, her şey, yazı oldu.

“ Sevgili Cemil,

Bugünleri hayal edemezdim. O ilk tanışmamızdan sonra her şeyin buralara kadar gelebileceğini bilemezdim. Bilemezdik. Öyle değil mi hayatım?  Herkes geçici bir sevgi, geçici bir ilişki diyordu. Hatta annem bile beni yeterince anlamamış, destek olmamıştı. Ama şimdi  o günleri tekrar anarak seni de üzmek istemem. Kötü günler geride kaldı. Seninle çok mutluyum. Seni herşeyden çok seviyorum. Hiç böyle bir sevgi olabileceğini de düşünmemiştim. Yanılmışım.

Şimdi bizim de annne- babalarımızı yanıltmamız gerekiyor. Onlarsız hayat düşünemem. Hele kardeşim, benim bütün dünyam. Onsuz nasıl olurum?

Onlara söz vermiştim, bu yaz evleniriz diye. İşte bak yaz geldi geçiyor.  Onlar bir furya içinde bekliyorlar. Evde konuşulan tek konu da o zaten. İşte bu yüzden pek eve de gidesim yok, ama mecburum.

Kızlarla arada sırada buluşup Sakarya’ya gidiyoruz. Hani seninle gittiğimiz yer var ya oraya götürüyorum. Beraber oturduğumuz yerdeyim. Bazan kokun geliyor bana, orada. O gülüşün. Sen nerdesin?

Lütfen yazılarıma cevap ver. Biliyorum hepsini alıyorsun, hepsi eline geçiyor, eminim. Sırf bana nisbet olsun diye yazmıyorsun değil mi canım? Öyle değil mi? Halanın kızı Serpil’den bir şeyler öğreniyorum, sağolasın o beni hiç boşlamıyor.

Bugün üzerimde senin aldığın o sarı bluz var. O kadar çok seviyorum ki bunu, inan sana sarılasım geliyor. Ama olmuyor!

Cemil, seninle konuşmamız gerekiyor, evdekilerin ağzını da bir türlü  kesmeliyim. Anlıyor musun? Lütfen, bu pazar bir araya gelelim. Eskisi gibi.

Seni çok seviyorum.

Senin Sevil.”

Bu mektupdu beni, doğum günümde  mahzun yalnız, üzgün ve de mutsuz bırakan . Kadersiz kılan.

Sırasıymıydı böylesine bir günde , böylesine bir mektupla karşılaşmak. Zamanıymıydı,  çöplere karışmış bir fotoğraf ve mektupla buluşmak. Çöplerden onları almak. Nasıl olsa karışıp gidecek, akıp sürünecekti Başkentin çöp dağlarına, ne gerek vardı almanın, okumanın. Mahzun olmanın. Üzgün ve mutsuz kalmanın. Ya ne demeli kadersiz kalmaya!

Sana neydi, mektup Cemil’e ulaşmıştı da, okuyup mu atmıştı, yoksa Sevil, yazdığı mektubu ve resmi henüz gönderememiş miydi? Yırtıp mı atmıştı?

Hangisinin daha acıklı olduğundan sana neydi? Sana neydi Cemil’den Sevil’den?

Yazdığı o mektubu, karşısına aldığı Cemil’e okusa ne olurdu Sevil,  ya da Cemil, cebinden çıkarıp nazire edercesine okuyup mektubu, Sevil’i ağlatsa ne olur?  Ne olur?

Belki eğlenilen, konuşulup dertleşilen gecenin son tanıklarıydı mektup ve resimler! Okunup, yırtılası, elden atılıp çıkartılası oldu! Bu arada rüzgar saçlı resimde uçmuş olmalı herhalde!

Ne malum, Cemil’in , basit rakı sohbetlerinin ucuz malzemesinde kulllanmadığı? Okuyup, mektubu ve resmi havalara savurmadığı?

Aklım almaz ama, kırıştırılıp atılmaya kadar dahi vakit bulunmadan,  yazan eller tarafından elden uzaklaştırılmadığı?

Sana ne be adam?

Değer mi bir doğum gününü, olmayan hikayelere adamak? Söyle değer mi?

Ankara’nın Sakaryasında, bir hafta sonunun geriye bıraktıkları arasında geleceği aramak gibi yaşananlar.

Kimbilir Sevil nerede?

Cemil’ e ne oldu? Nasıl bir dünyanın içindeler?

Bir Pazar gününe rast gelen doğum günü hatıramdı. Sabahın köründe , Kızılaya, Sakarya Caddesine uzanan bir 15 Haziran sabahı. Öğlesi, akşamı ve gecesi..

Bütün gün karamsar, yitik ve mutsuzdum.

Yoksa, o Cemil ben miydim?

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yaş 60 oldu!

Yaşlandım ben dedikçe; “sus konuşma diyor” eşim-dostum. Ama bilmiyorlar yaşlandım! Ben sussam, yaş susmuyor ki! Yaş, durmuyor ki! Bilmiyorum ne demeli? Ne demeli hayatın bu amansız akıp gidişine! Reh

bottom of page