Hayatımın en kolay, en değerli ve en zevkli işiydi, yazmak. Doyasıya, özgürce, delicesine. Kaçmadan, bıkmadan.Hele bir de, bildiğim, sevdiğim bir şey üstüne idiyse, doyulmaz olur, her aşaması başka bir tada bürünürdü. Yaşardım, yazarken.. Ya da yazarken, yaşardım. Yaşamak, eş değerliydi adeta benim için yazmakla!
Sonra ne oldu bilemedim. Önce, entelektüel tembellik diye bir sıfatın içine gizlendim. İşime geldi, kolayıma geldi. Sarıldım aylar boyu onun içine. Çıkmadım. Çıkamadım.
Sonra Facebook diye bir şeye kapıldım. Kısa yazıların, kısa sözlerin büyüsüne takıldım. Yazdıkça aldığım refleksler büyüttü içimdeki tembelliği. Tembel kaldım. Ha, daha önce entelektüelliğim, ha şimdi de Facebookdaki pasifliğim! Olmadı, yakışmadı.
Oysa yazı, dirençli olmak, hayatta olmak demekti. Hayatta kalmak demekti. Kafa yormak,koşmak demekti. Sabahları erken kalmanın tadı, kahvaltıda çiğnenen bir parça kuru ekmek demekti. Rüzgara karşı yürümekti.
Ne işim vardı benim tembellikte, ya da tembel bırakan kısa, popüler yazılarda? Hayatta aldığım en büyük zevki yok etmekte ne işim vardı? Yok olmakta ne işim vardı? Geride olmakta, geride kalmakta ne işim vardı?
Yazı varken, yazısız kalmakta ne işim vardı?
Comments