SİMAV
Hiç Simav üzerine bir yazı yazabileceğim aklıma gelmezdi. Nereden nereye? Bu küçücük kasabanın bir yazarı olacağını düşünemezdim kendimi. Öyle değil mi, henüz daha Demirci’yi yazamamışken nasıl Simav yazılıdır ki? Ama gün Simav günü, Simav ile ilgili anılarımın depreştiği gün. Hele ki şu deprem yalnızca toprağı ve üzerindekileri değil, hafızlarımızın da silkelenmesine sebep olunca!
Çocukluğumun geçtiği Demirci zaten ufacık tefecik bir yerken, Simav adeta bir köylük yer gibiydi o günkü hafızalarımda. Hatta aynı İl’in bile mensubu olmanın bir tarihi geçmişi varken bile orası hep, ötekiydi.Küçüktü, yoksuldu. Hatta biraz köylü, biraz çiftçiydi.
Lakin bana Simav adı hep sevimli gelirdi. Hem telaffuzu daha şirince ve hoşcaydı, hem de bütün bu bildiklerime rağmen daha medeni ve daha ulaşılmaz bir yer gibiydi. İki kasaba arasında çalışan jeep ve dolmuşların camlarına takılı duran “Simav” levhasına da hayranlıkla bakardım, bu sevdamdan dolayı. Sonra da bir anlam veremezdim, bu iki kasaba arasında çalışan nakil araçlarının hep Demircili insanlara ait oluşunu. Neden Simavlılardan kimse bu işe soyunmaz, bu şoförler hep bizim adamlar olur? Ah Sabri Yaman amcam hayatta olsan da bir anlatsan!
Simav, şimdilerde biraz daha anlamaya çalıştığım nedenlerle biz Demircililer için hep ötekiydi. Ne var ki, bu ötekilik bazı günlerde kötü anlara da vesile olur, Simavspor’un Demirci’ye bir futbol karşılaşması için şehre gelişlerinde veya bizim takımlarımızın oraya gidişlerinde doruk noktasına ulaşır, belalı günler geriye dönerdi. Aralarında yalnızca 24 kilometre mesafe olan bu iki kültürün anlaşamamış olmaları hoş görülemezdi.Anlaşılamzdı. Sonunda hatırladığım kadarıyla ne biz şampiyon olabilirdik ne de onlar! Şampiyonları bizim aramızdaki maçlar ve kavgalar belirlerdi de, biz bunları bilemezdik.
Benim çocukluk anılarımda bu küçük kasaba yalnızca bir nakil noktası, aktarma noktası değil, aynı zamanda “Simav Panayırı” denilen bir kentleşme olgusunun da kaynak yeriydi. Gece geç vakitte gidilip, yine geç vakitte dönülen bir mekandı aynı zamanda.Hafızamda karanlık noktaları çok olan bir kenleşme kültürü. Hem de Ramazan Eğlencelerine de denk geliveren yıllar içindeki bu anılar, biraz karanlık, biraz müphem, biraz çocukca. Ama olsun kent girişindeki üzerinde “Simav” yazan mavi levhaları yerinde görmek hoşuma giderdi.Gece geç vakitte olsa.
Yıllar sonra çoluk çocuğumla gidişlerimde hep bir durak noktası oldu, Simav. Ekmeği alınan, dometesi paylaşılan, çayı içilen bir durak noktası. Hep sevdiğim, sokaklarını beğendiğim yerdi artık. Üstelik hızla büyüyen kentsel yapısına, bu kez itiraz eder olmuş, çocukluğumdaki o küçük ve sevimli kasaba havasını arar olmuştum. Nafile, SİMAV hızla ama hızla büyüyor, genişliyor, değişiyordu. O büyüyen kentin kendini koruyabilmiş havası benim durak anlarımdı.Şehir merkezindeki o büyük çınar ağacı, yanındaki camii, ekmek fırınları, manav tezgahları .. Demli çaylar, biraz tütün biraz ne koktuğunu yıllar sonra anladığım büyülü bir koku. Haşhaş.
Simav, arabamın Demirciye uzanan sürecinde son benzin noktam idi aynı zamanda. Son mola. Son sigara.
Simav, doğasına hayran kaldığım, küçücük bir köylük yerden, bugün doğasını koruyan büyük bir kente ulaşma noktasında bir arıza verdi. Yaklaşık 5-6 gündür izlediğim haberlerin olumsuz yankıları bugün beni ziyadesiyle etkiledi. Kendi deyimiyle “Simav’a teftişe çıkan” Ali Mollan Kasım Efendi’nin oğlu Mehmet Dilşeker’in dayanamayıp 2 kez telefonla araması ve detaylı bilgilendirmesi beni çok sarstı.
Simav, bugün kaybetti. Anılar, yıllar sonranın bugününe aktarılamaz. Ne var ki benim ve çocuklarımın Simav sevdası da asla silinip, atılamaz.
Simav, adına yakışır bir şekilde narin, hoş ve güzel kalacak. Simav, Simav olacak.
Comments