“Sıhhat Almanakı”adlı kitaba sahip oluşumuzun hikâyesi çok ilginçtir. Varlığından bile habersiz olduğumuz kitaba, 2010 yılında Bilecik’te çöp-hurda toplayarak hayatını devam ettiren bir vatandaşımızın deposunda kavuşunca epey heyecanlanmıştım.
İlk gözüme çarpan sayfalar ise, 1933 yılı aylık takvimlerinin de yer aldığı ilk sayfalar olmuştu. Hem Takvim Koleksiyonumuza sayfalar eklenecek, hem de Memleket Hastaneleri Fotoğraf Koleksiyonumuza yeni materyaller katılacaktı.
Sonradan fark ettim ki, kitabın asıl kendisi çok enteresandı. Sonrası birkaç gün elimden düşüremediğimi hatırlıyorum.
Şimdi ise aşağıdaki yazıyı okuyunca, uzun bir süre boş vermişliğime yanıyorum. Kendi üslubumuzla kitap tanıtım yazımızı yazıncaya değin, Sayın ERUZ’un bu muhteşem yazısını sizlerle paylaşıyorum.
ALINTI:
21.08.2011
…..
Şimdi esas konuya gelelim. Dün bir kitap edindim. Size biraz ipucu vereyim… 1150 sayfalık bir kitap, yıl 1933, kitabı derleyen Mazhar Osman.
Bilmiyorum, bu kadar ipucu yeterli olur mu? Biraz da kitabı yayına hazırlayan bu ilginç hekimden söz edelim. Mazhar Osman (1884-1961) nöroloji ve psikoloji alanlarında aldığı uzmanlık eğitimini İstanbul Tıp Fakültesi`nden mezun olduktan sonra Berlin ve Münih`te tamamlıyor, 1927 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk`ün de desteğiyle Bakırköy Sinir ve Ruh Hastalıkları Hastanesi`ni kuruyor ve İstanbul Tıp Fakültesi`nde öğretim üyesi olarak çalışmasını sürdürüyor. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti`nin tüm vatandaşları gibi bu değerli tıp insanının da soyadı yok daha. Soyadı kanunu 2 Temmuz 1934`te yürürlüğe girecek ve Mazhar Osman`ın adının, babama ait 1943/44 İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Yıllığında artık Prof. Dr. Mazhar Osman Uzman olarak geçtiğini gözlemleyeceğiz.
Kitap ciddi bir bölümlemeyle hazırlanmış birbirinden değerli uzmanların kaleme aldıkları makaleleri içeren popüler bir tıp kitabı. Umumi yazıları, halka yönelik eğitici tıbbi yazıları, hekimliğe yönelik öykü ve fıkraları tıbbi öneriler izliyor. Yazarlar Türkiye`deki tıp alanındaki kurumsallaşmaya yönelik de halkı aydınlatıyor ve Osmanlı`da ve Türkiye`de tıp tarihine ışık tutuyor. Kitabın içinde “kurşun dökmeden” tutun, “vizitelerin iki mecidiye olduğunu” belirten, “içkinin zararlarını” anlatan, “İstanbul satılıyor” gibi başlıklı ilginç anekdotlar ve hükümdarlara yönelik bilgece doktor fıkralar da bulunuyor. Kitapta bol görsellere ve sonuna 30 sayfa tıbbi ilanlara yer verilmiş. İlanlardan birinden Dr. Ahmet Asım`a ait Ortaköy şifa yurdunda yatak fiyatlarının 2,5 Lira`dan başladığını, 10 günlük ikametle birlikte doğumun 40 Lira olduğunu öğreniyoruz.
Fıkraların bir kısmı da hekim ile hükümdarlar arasındaki konuşmaları hicvediyor:
“Büyük Frederik doktoruna bir gün der ki “Açıkça konuşalım, doktor, hayatınızda kaç adam öldürdünüz?” doktor cevap verir: “Efendimiz, her halde zatı haşmetbabınızdan üç yüz bin kişi kadar daha az!”
Evet, Türkiye`de tıp biliminin kurulmasına emek vermiş, Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemi Müslüman ve Hıristiyan tüm tabipleri içinde barındıran ve okuru zaman yolculuğuna çıkararak bambaşka bir evrene taşıyan kitap şimdi benim kütüphanemi süslüyor.
289`uncu sayfada İstanbul Tıp Fakültesi rektörlüğü de yapacak Besim Ömer Paşa “Ebelik ve Doğum” üzerine ve Behçet hastalığını dünyaya tanıtan, otuzlu yılların sonu, kırklı yılların başında Tıp Fakültesi`nde babamın da hocası olan Hulusi Behçet “Halep Çıbanı” konulu yazdıkları makalelerin ilk sayfasından bana bakıyorlar.
Belki ileride Kastamonu`da kurmayı düşlediğim müzenin bir rafında yerine bulacak ve Kastamonuların da hizmetine sunulacak bu buram, buram Türkiye Cumhuriyeti tarihi tüten kitap…
Neden yazdım bu yazıyı? Evet esas konuya şimdi geliyorum…. 80 sayfada “Hilalıâhmerin faal azalarından“, kendisi de hemşire olan, hizmet madalyaları sahibi Balkan Savaşları sırasında İstanbul`a gelen Safiye Hüseyin Hanım “Hasta Bakıcılık” üzerine bir metin yazmış.
Bu yazıdan önce de “Hilâli Ahmer Hasta Bakıcı ve Hemşire Okulları” tanıtılıyor (s. 75-79). Biliyorsunuz Hilâl-i Ahmer bugünkü Kızılay`ın o günkü adı. Bir kaç sayfa geride, 72`inci sayfada İst. Hilâliahmer reisi, sabık Askeri Tıbbiye Mektebi ilmülârz (jeoloji) muallimi Dr. Ali Paşa, Hilâlıâhmer`in kuruluşunu (1877) anlatıyor. İlk başkanları arasında Rum asıllı tanınmış hekim Marko Paşa (Marko Apostolidis) ve büyük bir mücadele vererek Türkiye`de kadın doğum uzmanlık alanının kurulmasını ve ebeliğin uzmanlık dalı olarak yerleşmesini sağlayan, bu alanda çok sayıda yayını bulunan Dr. Besim Ömer Paşa (1862-1940) bulunuyor.
Şimdi bu bilgili hemşirenin anlattıklarına kulak verelim:
Safiye hanım önce Hilâl-ı Ahmer kuruluşunun dünyadaki gelişimini anlatıyor, daha sonra sözlerine şöyle devam ediyor :
” Fenni hastabakıcılığın memleketimizde tesisi şerefi müderris muhterem Besim Ömer Paşa`ya aittir.
(Burada bir parantez açalım Besim Ömer Paşa`nın anısına; o, cahil bir kesimin zorbalığına rağmen büyük bir mücadele vererek Gülhane`de ilk doğum kliniğini kurmasaydı, herhalde Türkiye`de o tarihlerde doğum sırasında anne ve çocuk ölümleri süregelip duracaktı. Ancak şunu da unutmamak gerek, Besim Ömer Paşa alanında bir uzmandı, devlet kendi alanlarında yetişmiş uzmanlara değer veriyor, onlara güveniyor ve onları destekliyordu.)
Bu uğurdaki mesaisinde yorulmak bilmeyen bu muhterem zatın, Hilâlahmer merkezinde 1930/19/2 tarihinde hastabakıcılık kursları açarak hassaten kibar ve münevver ailelerden yetiştirdiği gönüllü ve şahadetnameli hastabakıcı hemşirelerin Harbi umumide Hilâliahmer hastanelerinde ve hatta bazılarının Çanakkale cephesinde pek büyük yararlıkları görülmüştür.
Bundan sonra hastabakıcı hemşireye olan ihtiyacımızın ehemmiyetini 28 Şubat 1925 göz önüne alan Hilâliahmer hastabakıcı mektebini pek esaslı surette tesis etmiş ve bu güne kadar bu mektepten 113 fenni hasta bakıcı hemşire yetişmiştir. (….)”
Evet, ben hâlâ bu yazıyı yazma nedenime gelemedim.
Safiye Hemşireye ait bu yazının altında, 83üncü sayfada nasihatlara yer verilmiş. Yazıyı yazma nedenim aslında bu nasihatlardan (öğüt, öneri) birini günümüz okurlarıyla paylaşmak isteğimdi.
Öneriler, evlenecek gençlerin eş seçerken nelere dikkat etmesine yönelik, yaklaşık şöyle yazıyor bu önerilerden birinde:
“Soysuz almayınız! Soydan maksat asılzadelik değildir. Kötülük yapanlar soysuzdur. Binaenaleyh rüşvetle sırkatle (çalma/hırsızlık) kibarlaşmışlar mükemmel bir soysuzdur.”
Evet yıl 1933, ve Kurtuluş Savaşı`nda nüfusunun yaklaşık dörtte birini yitiren Türk milletini temsil eden bir avuç kültürlü, eğitimli, vatanperver bireyler, Cumhuriyeti daha iyi bir yerlere taşımak için çırpınıyorlar…
Hiç kolay olmadı bu günlere gelmek… umarım bu tür kitaplar ilgili okullarda okutulur da, kendilerini cep telefonunda mesaj göndermekten, bilgisayar ekranında oyun oynamaktan, akıllı tahtalarda, tabletlerde olur olmaz çizimler yapmaktan, televizyonda bol bağırış çağırış içeren yüzeysel dizileri seyretmekten alamayan gençlere de, büyük bir emekle geçirilen bu evreler elle dokunur, gözle görünür kılınır.
Bu mübarek Ramazan ayında Türkiye Cumhuriyeti`ni bugünlere getiren bu değerli insanları rahmetle anıyorum ve onlara teşekkürü bir borç biliyorum.
Comments