Hayret ne çabuk geçmeye başladı zaman. Oysa bir söz var sevdiğim; ” ne kısar, ne uzar geceler, gündüzler; gün içinde uzalıp,kısalan bizlerizdir.”
Gün uzar, gün kısalır mı hiç? Ya en kısa gecelerde bitmeyen vakitler? Ya en uzun gündüzlerde geçiveren zaman? Uzayan biziz, kısalan da. Bizim anlarımız uzar, bizim anlarımız kısalır kısacası.
Geçivermez hiç bir zaman o koskoca yıl, mevsim ve ay! Hatta gün!
Geçen de biziz, gelip geçen de.
Eylül başlamış şimdi yepyeni. Geride bırakıp o güzel yaz aylarını. Nasıl da güzeldi dersin her şey! herşey ne kadar taze, herşey ne kadar narin!
Dönüp geriye geriye nasıl bakılırdı güzelliklere.
Eylül; adını koyamadığım bir tutkum var bu ay’a. Seviyor muyum, tutuyor muyum, bağlı mıyım bilemiyorum.
Eylül’e değil de, acaba o’nun yansımalarına mı hayranım, anlamıyorum.
Sıcaklar kırılacak, Sonbahar başlayacak diye mi beklemekteyim! Ya da, beni bekleyen sıcak bir hüzün mü?
Eylül, o kadar çok masum ki! O kadar çok şirin. Kucaklarda sevilesi bir çocuk adı gibi.
Eylül, o kadar derin ki bendeki anlamı, upuzun çıkılan bir yolculuğun ilk adımı gibi.
Eylül, söylenmesi bile şairane aslında. Eylül.
Neden çok bu tutkum sana bilemiyorum. Ya da anlatamıyorum. Anlatmıyorum. Önümde hep bir resim var ona bakıyorum.
Solumda hep bir deniz akıp gidiyor, çağıldıyor. Yanımda bir kaç insan sessiz ve kedersiz yürüyor, sabahın ilk işi çöpçüler sokakları tarıyor, kayıklar, balıkçı barınağına doğru son hızla dümen kırıyor. Tahta sandalyelere dayanak yapan bir kaç ihtiyar ayakta sohbet eyliyor ve gün akıp gidiyor. İnsanları başka yerlere taşıyor.
Hayat bir şiirdir bakana, duyana. Eylül, gibi.
İşte benim Eylül’üm.
Sizi 1959 yılı bir Eylül takvim yaprağıyla başbaşa bırakıyorum.
Comments