Aşağıdaki yazımı 3 Ağustos 2012 Günü yazmışım. Hatırladığım kadarıyla bu son hastalıklarının ilk evresindeki günlerden biriydi. Yaz tatilindeydim. Sıcak bir Bodrum günüydü her taraf.
Şimdi de, kendisini dün kaybetmiş olmanın da burukluğu ve tadsızlığı var üzerimde. Dönüp o yazdıklarımı okuyunca, biraz daha buruklaştım. Hiç bir şarkısını ezbere bilmediğimin yalnızlığında ezildim. Mırıldanamadım, yazık. Kimbilir sesi şimdi daha gür geliyor da ben duymuyorum. Ya da sesden, sözden anlmayanlara gitmiyor o nağmeler…
Rahmetle anıyorum. Takvim sayfalarındaki güzelliğiyle avunuyorum. Takvimlerde kaldı diyorum. Takvim yapraklarında..
“İnsanların çoğu zamanı yaşar, sanatçılar ise zamanını. Aradaki farkı anlamakta güçlük çekmek ise, zamanı yaşayanlar ile zamanını yaşayanlar arasındaki farktandır zaten.
Zamanını yaşayanlardan biri de Müzeyyen Senar’dır. Ne görmüşlüğüm vardır kendisini, ne de 500 metre uzaktan da olsa dinlemişliğim. Ama sesi hep tanıdık, hep yakından gelmiştir.Bazı şarkılarına tutulmuşluğum, bazı rakslarına hayranlığım vardır. Bana hep mert ve sevecen gelmiştir. Sesinin yüreğinden çıktığına inanırım, sesi içten gelmiştir.
Belki onu daha fazla tanımayışımın ve müptelası olmayışımın sebebi, onun en maharetli dönemi ile o dönemin benim çocukluğuma denk gelişidir. Belki de bir dönem çocukluğumuzun evinde şarkılar söyleyen radyo yayınlarına pek itibar edilmeyişidir. Üstelik Müzeyyen Senar hayranı olan bir babanın yokluğundan sonra, o nağmelerin dinlenmek istenmeyişidir.
Televizyonu keşfettiğimiz yıllarda ise, karşımıza çıkan başka fiziki güzelliklerin yanında, Müzeyyen Senar’ın zerafetini hissedememek biz zamanı yaşıyanlar için çok makbuldür.
Daha sonraki yıllarımızda ise, iş işten geçmiş, siyah tuvaletler içindeki o muhteşem sesi yeniden keşfetmede geç kalmışızdır. Zamanını yaşamaya başlayan başka bir sanatçı zuhur edince, bu kez de kıyaslamalar sonrası yeni bir akım başlatılmış, bazıları Müzeyyenci, bazıları Bülentçi olmaya mecbur kılınmışlardır.
Ne yazık ki biz, o yılların büyülü atmosferi içinde Bülentçi olmak zorunda kalmış, bir şarkısı uğruna, defalarca yakından görme ve sahnesinde olma keyfi yaşamışızdır. Lakin bu, yalnızca bir kıyas ve mukayese değil, zamanını yaşamaya çalışanların bir becerisi ve başarısıdır da.
Müzeyyen Senar ile asıl kesişmemiz ise, belki de onun hiç farkında olmadığı bir konu üzerine olmuştur. Zamanını yaşayan insanların, o süre zarfında etrafında ne olup bittiğinin pek farkında olmadıkları söylenir. Yüzlerce yayın yapılır, binlerce resim, fotoğraf çekilir, sanatçı bir çoğundan habersiz kalır. İşte o zamanlara ait Müzeyyen Senar takvimleri ve takvim yaprakları, bizim ilgi alanımıza girmiş, Müzeyyen’i ilk kez bu kadar, müezzez görmüşüzdür.
Siyah- beyaz resimler bize başka şeyler söylemektedir şimdi. Demek ki 1951 yılı, onun için önemli bir yıldır. Büyük bir kilometre taşıdır. Güzelden çok zarif olmayı addetmiş bir kadının o yıla ait takvim yaprakları, manidardır. Kara kara gözler ve illaki dişleri gösterme gayretiyle açık bırakılmış dudaklar fotoğrafların odak noktasını oluşturmuştur. Fakat bunlarda bir başka gizem aramak gerekmektedir.
Müzeyyen Senar asla bu yazımı okumayacak, haberdar dahi olamayacaktır. Ne var ki, onun hayranları kadar bizler de O’nun yaşanmış yıllarına olan saygımızdan her daim içimizde bir tutkuyu sürdürmeye devam edeceğiz. Biriktirilen saklanan, ayırılan nice Müzeyyen Senar hatıratı, hayranlığımızın nişanesi olarak kalacaktır.
Şimdi O’nu daha çok özlüyor, güçlü sesine, gırtlağının harikulede nüansına ve şarkı söylerken resmettiği raksına alkış tutuyoruz.İçimizden bir ses, “haydi bre efeler” diye seslenmekte, içimiz çoşturmaktadır.
Saygıyla anıyorum.
Comentarios