Hayat insana ne oyunlar oynuyor, bir bilseniz. . Hiç olmadık anda acılar yaşatıp, dünyamızı karartabildiği gibi, hiç olmadık anda da ışıklar yakıyor.O ışıkların birinin izini sürüyorum şimdilerde. Hiç de bilmediğim, tanımadığım, varlığından bile uzun süre habersiz kaldığım bir ışığın izini.
Her şey, elime ulaşan bir kaç belgenin inanılmaz ip uçlarıyla başladı. Hani hikaye örülecek ya; bir kaç ip ucuydu her şey.
Yıllarca bir koleksiyona dönüştürme gayreti içinde olduğum, Köy Enstitüleri Kitap ve Efemera çalışmalarımın içine, bir kaç ay önce bazı belgeler dahil oldu. İlk anda özelliklerini pek fark edememiş idim. Çünkü sayıca fazla bir kağıt tomarı idi aslında. Derleyip, toplamak, ayrıştırmak hem vakit alıcı, hem de yer ve mekan güçlüğü sebebiyle eziyet vericiydi. Dahası, onca yıldır bu konuda bir şeyler biriktirmiş olmama rağmen ilk kez karşılaştığım belgelerdi. Örneklerini bazı kitaplarda dizgi olarak görmüş, lakin aslını elimde görebileceğimi düşünmemiştim.
Yine de farkını anlamakta gecikmemiş, vakti ve mekanı kollamaya bırakmıştım her şeyi.
Ne var ki, bazı şeyler sizi çağırır gibi hareket ediyordu. Çağırdı da. Önce bu belgelerin içinden bir vesikalık fotoğraf çekti ilgimi. Sonra isminin değişikliği, sonra da soyadının benzersizliği.
Hep öyle olmuştur bizim toplumumuzda. İsimlerimiz olabildiğine islami bir isim, soyadlarımız ise olabildiğine öz ve Türkçe.
Bir, iki derken aynı kişinin önemli dört ayrı belgesi vardı elimde artık. Daha önceleri sıkca karşılaştığım, aynı kişinin 2 veya 3 ayrı belgesine karşılık, bu kez aynı kişiye ait dört ayrı belge bana göz kırpmaya başlamıştı. İşin diğer cezbedici boyutu, bu belgelerin bir kadına ait olmasıydı. Bir ayrıcalık sayılırdı; elimdeki bunca belgenin erkek ağırlıklı oluşuna karşın bu kez bir kadının çok sayıda belgesine ulaşmak.
En önemli belge; Köy Enstitülerine ilk başvuruda doldurulan “ Talebe Seçim Fişi” idi. Yıl 1942. Pazar Maarif Müdürü Vekili Cahit BABİLOĞLU’nun imza ve mühürünü taşıyor, başvuru da bulunan öğrencinin ise “ Öğretmenlik kızlara çok yakışır. Ben köyümün yükselmesi için köyümde öğretmen olarak çalışacağım” ibarelerini o güzel el yazısına zemin oluyordu.
İkinci belge,” Beşikdüzü Köy Enstitüsü Öğrenci Sicil Fişi” idi. 1947-1948 Öğrenim yılına aitti ve bu belgede öğrencinin tüm öğrenim safahatı sergileniyordu.
Diğer belge, “Köy Enstitüsü Diploma Sureti”ydi. Belli ki o yılların şartlarında diploma suretleri el yazısıyla düzenlenir ve sonra da Maarifçe onaylanırmış. Tarih 1948
Kebire Alpak Sergide
Son belge ise “Köy Enstitüsü Mezunu Öğretmen, Başöğretmen ve Eğitmenler Hakkında Doldurulacak Yıl Sonu Raporu”dur. Rapor 1952 yılında onay görmüş olup, öğretmen hakkında bir çok medeni ve sosyal bilgileri de ihtiva etmektedir.
Siz Köy Enstitüleri Kitap ve Efemera Koleksiyonu yapıyorsanız, elinize bu belgeler geçince ne yaparsanız. Evet, elinizde bu belgeler olunca!
Uğraşırsınız.
Sonrası bu işlerle uğraşırken, İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı için hazırlanacak “ Köy Enstitüleri Sergisi”ne katılım daveti alırsanız! Haydi alın gelin kitaplarınızı ve efemeralarınızı da sergileyelim derlerse!
Heyecan büyür. Hayatın bir oyununa daha katılırsınız.
Sergiye yeni bir boyut eklemeyi düşündüm o an. Elimdeki belgelere can vermek istedim.Onları yeniden yorumlamak. Daha doğrusu ayağa kaldırmak. Tam o anda sarıldım belgelerin cazibesine. İsim koymak istedim kısacası, isim koymak. Her yeni bir hayat, yeni bir isimle can bulmuyor muydu?
Kebire ALPAK ismi canlandı karşımda.
Kebire Alpak
Belgelerin sahibesi. Belgelerin canlı hali. İşte o anda koleksiyonunun gücüne de inandım. Onun için demiştim bir yazımda: “ Bu sergi biraz da Öğretmen Kebire ALPAK’ın sergisi olacaktır.O dönemlere ait dört ayrı vesika ile izini sürdüğüm Kebire Öğretmenin, vesikaların elverdiği tarihten sonraki hayatını öğrenmek bir yerde koleksiyonun da başarısı olacaktır” diye.
Kim ne derse, Köy Enstitüleri Kitap ve Efemera Koleksiyonu çok büyük bir başarıya imza atmıştır bugün. Kebire ALPAK’ı bulmuştur. Kebire ALPAK’ ı hatırlamıştır. Kebire ALPAK’ı yıllar sonra ilk soyadına bir daha büründürmüştür.
İzini sürmeye devam ettiğim belgeler, beni 24 Kasım Öğretmenler Gününde, Kebire ALPAK öğretmenle buluşturmuştur. Hayatımda ilk defa gördüğüm öğretmenimle. Hem de Öğretmenler Gününde. Hangi güç yapabilirdi ki?
TÜYAP Kitap Fuarındaki sergiye hazırlandığım günlerdi. Elimde en yenisi 1952 tarihli belgelerle başbaşa kaldığımda, 1929 doğumlu,Rize İli Pazar İlçesi Çingit Köyünden Abdullah ALPAK’ın kızı Kebire ALPAK bilgisi dışında ulaşabileceğim adres yoktu.
İnternette Çingit Köyü adına düzenlenmiş bir forum sayfasından başka da gidebileceğim adres bulamıyordum. Web sayfanın düzenleyicilerine yazdığım mesaj, beni foruma yazı yazmaya yönlendirdi. ALPAK ailesinin vefat etmiş ferdlerine ayrılmış taziye yazılarına ben de katıldım.Niyetimi de yazdım biraz istismara yönelik ifadelerle..
“ Kebire ALPAK öğretmene ulaşmak istiyorum” diye. Talebimi iletişim bilgilerimi verip, çeşitli aralıklarla yineledim.
Kebire ALPAK neredeydi?
Sağ mıydı?
Kim di?
Kimseden ses gelmiyordu.
Talebimi defalarca tekrarladım. Hatta son kezinde tüm Çingit’lileri biraz hafifden sitem ederek.
Ümitsiz değildim. Yine de bir köşe ayıracaktım bu belgelere ve dolayısıyla Kebire Öğretmene. Öyle ya; eğer ulaşamaz isem gidecektim bu yaz tatilinde Pazar’a. Çingit Köyüne. Üstelik sitemi de hak etmişlerdi Çingitliler. Sessiz idiler, sedasız idiler. Kayıtsızdılar.
Artık İstanbul’a yola düşmüştük arabayla TÜYAP Fuarı için eşimle birlikte. Ertesi günü sergi açılacaktı.Yanımızda, her tarafımızda neredeyse 50 bin sayfa vardı.Ama bunların içinden yalnızca dört tanesindeydi aklım.
Yolda telefonum çaldı.
“Sen benim yengemi niye arıyorsun?” diye başladı telefon sohbeti. Arayan yeğeni idi.Kebire Öğretmen, amcasıyla evliydi. Sağ idi. Sağlıklı idi. Dahası Ankara’da yaşıyordu!
İstanbul’a bu haber ile varmıştık.
Ertesi günü açılan serginin ilk heyacanı, bu haber ile yaşandı ve sevinç herkesle paylaşıldı.Belgeleri görenlere, Kebire Öğretmenin Ankara’da yaşadığı anlatıldı hep tarafımdan. Heyacan hep büyüdü orada. Hepimizi sardı. Ne diyeyim bilmiyorum; bir hayal dünyası yaratmıştık eşimle birlikte ve o dünyanın aktörleri olarak hayata dahil oluyorduk. Hayatın yeni bir oyununa katılıyorduk.
Aktörler zaman zaman değişiyordu. Aramıza İstanbulda tanıdığım bir arkadaş da eklenmişti. Tüm sıcaklığıyla bize orada ev sahipliği yapan Gürsel GÜVENÇ. Anne-babası Kepirtepe Köy Enstitüsü mezunu olan ve Köy Enstitüleri için çabalayıp duran bir dost olan Gürsel Bey.Trakyalıların o kendilerine has üslubuyla “ sen merak etme , bulurum ben” diyerek cesaret verdi. Bir daha görüştüğümüzde teyid gelmişti. Pazar eski Maarif Müdürü’nün damadı olduğunu öğrendiğimiz Gürsel Bey, ilişkilerini ve yakınlıklarını kullanarak tüm bilgileri teyidledi bize. Üstelik Kebire Öğretmenin Ankaradaki ev telefonun numarasını da vererek.
Heyecan büyümeye devam ediyordu.
Bir telefon daha geldi o esnada. Arayan, Kebire Öğretmenin torunuydu. “Niye arıyorsun sen benim babaannemi?”
Aynı gün akşamı elektronik postama oğlunun mesajı geldi.” Sen benim annemi niye arıyorsun?”
Niye arayayım ki ben insanların yengelerini, babaanelerini, annelerini? İş işte!
Her telefon ve mesaj sonucunda, ulaştığımız bilgi de büyüyordu heyecanımız gibi.
Kebire Öğretmen sağdı.
Sağlıklıydı.
Ankaradaydı.
Evliydi.
Soyadı Akcengiz olmuştu.
Pursaklarda yaşıyordu.
Kocası ticaretle uğraşıyordu.
İkisi kız tam 6 çocuk annesiydi.
Dokuz torunu vardı.
Sergi boyunca bu halkayı hep büyüttük ve paylaştık.
Sergi sonunda Ankaraya geldiğimde ilk işimiz gibi görmüştük, bu bilgiler ışığında Kebire Öğretmene ulaşmayı. Ancak biraz rahatsızlık, biraz yorgunluk alakoydu bizi. Biraz da rahatlamıştık hani. Nasıl derler, “nasıl olsa” giderdik. Sanırım ogünün akşamı idi ki, cep telefonum çaldı. Arayan kızının damadı idi. Torununun kocası. Bana Kebire Öğretmeni değil, Kebire anneneyi anlattı uzun uzun.Takılmadan edemedim. İyi Damatsın yani!
Sonra ziyaretimizi beraberce yapmayı kararlaştırdık. Eşiyle bize eşlik edeceklerdi.Ama araya da Bayram Tatili giriyordu. Bayramdan sonrasına anlaşmıştık.
Anlaşmıştık ki olmadı. Bir mesaj daha vardı elektronik postamda. Gelini yazmıştı. Ben geliniyim diyordu övüne övüne. Sergiyi izlemek istediklerini, ne zamana kadar açık olduğunu soruyordu. Heyecanını anlatıyordu.Oysa biz çoktan sergiyi toplayıp gelmiş, bayramı bekliyorduk.
Üzüntülü ifadelerle ikinci mesajı da geldi. Bu kez öğretmen olduğunu ifade ediyor, sergiyi kaçırmış olmanın üzüntüsünden dem vuruyor, ALPAK ailesiyle ilgili görüşmelerimimden de haberdar olunca, Kebire Öğretmene ziyaretimize eşlik etmeyi öneriyordu.
Kebire öğretmene ziyaretimize tüm ALPAK ailesi katılacaktı bu gidişle neredeyse!
Sonraki gün, aynı zamanda bir öğretmen olan gelini telefon ile tekrar arayıp, yazışmalarımızın üstüne başka bir öneri de bulundu. Bu sergiyi 24 Kasım 2010 Tarihinde Öğretmenler Günü’nde açamazmıydım? Üstelik Kebire Öğretmen de gelir di!
O kadar yorgun ve de o kadar rahatsız idim, üstelik bir an önce de Bayram tatilini bekler pozisyondayken, 24 Kasım’ın bu kadar kısa bir vadede olduğunu hesaplamadan “niye olmasın” dedim. Niye olmasın?
Niye olmasın Kebire Öğretmenin adına.
24 Kasım 2010 Çarşamba.
Ankara, Gölbaşı
Belediye Mehmet Akif Kültür Merkezi,
Saat 10.00 civarları.
Sergimin ziyeretçileri gelmeye başlamıştı. Alpak ailesi doldurmuştu önce salonu.
Kebire Öğretmenin 3 oğlu, 3 gelini.
İki kızı. Üç kız torunu. Bir erkek torunu.
Bir damadı.
Erkek torunun nişanlısı ve onun annesi.
15 Kişiydiler. Mutluydular.
Dakikalar sonrası, kapıda ak saçlı bir öğretmenim göründü. Kolunda kızı vardı. Kapıda görevli öğrenciler karşıladı onu. Bir çiçek verdiler eline. Yakasına kokart yapıştırdılar, “ Öğretmenler Günü”yazan .Saçını başını düzeltti biraz.Güldü. Gülümsedi. Heyecan sarmıştı.
Kebire Alpak- Haldun Cezayirlioğlu
Önüne çıkıp elini öptüm ilkin. Tanıttım kendimi; “Kebire ALPAK öğretmenin peşine düşen adam” diye.O da bana sarıldı.Beraber gezdik sergiyi, fotoğrafını gördü benim belgelerin arasında. Heyecanlandı. Okudu tek tek yazılanları. Elini öptürdüler bana defalarca, fotoğraf çekenler. Öptüm, öptüm.
Sonra peşi büyüdü kalabalığın. Simgesi oldu o günün Kebire Öğretmen. Protokol eşlik etti ona. Yanyana defalarca fotoğrafladı insanlar onu. O sarıldı pek çoğuna. Gülüyordu hep. Gülümsüyordu. Bir an yorgun düştü, sarsıldı. Ama çabuk katıldı kalabalığa yeniden. Bir fotoğraf vermiştim kendisine, sicil fişindeki fotoğrafın benzerini. Aldı baktı kendine. Hala onun gibi Kebire Öğretmen. Hala bir öğretmen.
Kebire Öğretmen hala dimdik. Hala ayakta. Hala güzel.
Kebire Öğretmen yıllar sonra öğrencilerine kavuşmuş gibi heyecanlı. Bir öğretmen gibi heyacanlı.Herkes heyacanlıydı orada. Kızları, oğulları,
gelinleri, torunları,damatları..Hepsi heyacanlıydı. Öğretmenler,öğrenciler..
Bir kaç ay öncesinde varlığından habersiz olduğu bir insanı, görmek için de heyecanlanır insan. Hani yıllar öncesindeki öğretmenini görmüş gibi. Eski bir öğretmenini görmüş gibi. Öğretmenini görmüş gibi.Beni de sardı heyecan bu duygularla..
Sonra?
Sonra bir veda tebessümüyle ayrıldı oradan Kebire Öğretmen. Görevini yapmış bir öğretmen edasıyla.” Hoşcakalın Çocuklar” diyerek.
Öğretmenler Günün Kutlu Olsun Kebire Öğretmen.
留言