Ne söylenirse söylensin elbette bir eksiği, fazlası vardır o sözlerin. Hele bazı konularda da kesin bir tarih söylemenin çok da yararlı olduğunu sanmam. Bana daha doğrusu gelir, “ kiraz vakti” doğmuş olmanın, “güzün sonunda” evlenmiş olmanın genel ifadesi.
Şimdi söyleyeceklerim de işte o ifadeden güç alıyor zaten.
Her ne kadar, mahalli bazda çeşitli kutlamaları görülmüş olsa da, babamı kaybettiğim yılın hemen ertesi yıl başlamış, dünyada geleneksel olarak “Babalar Günü “ kutlamaları.
Türkiye de kutlanmasının başlaması ise, ilk defa benim baba olduğum yılın hemen ertesine denk geliyor.
Velhasıl birazcık benim babasız kalmam ve baba olmamla endeksli gibi bu “ Babalar Günü” kutlamaları! Benim babasız kalışımla hayat bulmuş, baba oluşumla da gücünü artırmış gibi adeta.
İşte bu yönüyle, babasına hiç hediye alamamış bir kuşağın esiriyiz, işe “Babalar Günü “ kutlaması olarak bakarsanız. Olmamış. Olamamış.
Anneler günü öyle değil ama!
Hatırlarım, çocukluğumuzda “ Anneler Günü ” nde annemize ufak tefek bir şey alır verirdik de, babamıza da bir demet karanfil vermek aklımıza gelmezdi hiç!
Hala anamın evinde bir yerlerde duran o plastik güller, küçücük fincanlar, vazolar o günlerin hediyesi değil miydi? Ya da yine analarımızın bahçede yetiştirdiği güllerden birer demet yaparak, kendilerine sunduğumuz o güller!
Babalarımızı niye garip bırakırdık ki? Niye!
Bak şimdi de onlar yok! Karanfiller elimizde.
Garip kalan bizleriz.
Bizleri, babalarımıza birer demet karanfil uzatabilmek için, “ Babalar Günü” kutlamalarına mahkum etmenin, o günleri bekletmenin ne zorunluluğu vardı?
Niye beklemeliydik?
Niye?
Sevgili babama bir kez dahi, bir demet karanfil uzatamamanın eksikliği var içimde.
Karanfillerimin kokusunu, ona bir kez olsun koklatamamanın ezikliği.
Ama biliyorum: Şimdi babalar karanfil oldu. Karanfil oldu babalar. Karanfil açtı babalar.
O babaları hasretle anıyorum.
Commenti