ZİRAAT MARŞI
Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine Milletin her kazancı milletin kesesine, Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine, Toprakla savaş için ziraat cephesine..
Biz ulusal varlığın temeliyiz,köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak. En yeni aletlerle en içten çalışarak, Türk için yine yakın dünyaya örnek olmak, Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak. Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği, Yıkıyor engelleri ulus egemenliği, Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği, Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği.
Biz ulusal varlığın temeliyiz,köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz
Söz: Behçet Kemal Çağlar Beste: Ahmed Adnan Saygun
‘Baş çiftçi’ Atatürk’ün sesi etrafında toplanmış genç ziraat eğitimcilerinin destanıdır bu marş her şeyden önce. Bakmayın siz bu Marşın Köy Enstitüleri Marşı sayılmasına. Oysa Köy Enstitüleri Marşı adıyla yazılmış bir çok marş ve şiir o dönemin dergi ve kitaplarını süslemektedir.
Ama şunu da söylemeli ki; Sözleri Behçet Kemal Çağlar’a, bestesi Ahmed Adnan Saygun’a ait bu marşı bilenler ve söyleyenler yalnızca Köy Enstitüsü kültürü içinde kalanlar olmuştur. Belki sağ kalmış bir kaç Yüksek Ziraat Enstitülü de cabası. Cumhuriyetin ilk yılları henüz geride kalmakta. Cumhuriyetin 15’inci yıl arafeleri.O dönem tarımsal eğitim gören herkesin söylemekten gurur duyduğu bu eser de ilk kez 1938’de, Atatürk’ün ölümünden 8 ay kadar önce, Çankaya’da kendisini ziyaret eden Yüksek Ziraat Enstitüleri öğrencileri tarafından seslendirilmiş ve daha sonra da unutulmuştur.
Türkiye’de tarım öğretiminin başalangıcı, 19. yüzyıl ortalarına kadar gider. İlk Tarım Yüksekokulu 1846 yılında İstanbul-Yeşilköy Ayamama Çiftliğinde kurulmuş, ancak çalışmalarını iki yıl sürdürebilmiştir. Cumhuriyetin kurucuları tarım eğitimini öncelikli hedefler arasına koymuşlardı ama Tanzimat sonrasında daha 1846’larda temeli atılan ziraat mektepleri, imparatorluğun son yıllarında artarda girdiği savaşlar sonrasında eğitimin her dalında olduğu gibi bu dalda da gerileme kaçınılmaz olmuştu. Büyük zaferin kazanılmasından önce, Mustafa Kemal Paşa, 1 Mart 1922 tarihinde TBMM’yi açış konuşmasında köylü ve tarım sorunlarına eğilmişti: “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanmış ve layık olan köylüdür.” Atatürk, İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada da tarımın önemi üzerinde durmuş; “Kılıç kullanan kol yorulur, fakat saban kullanan kol, her gün kuvvetlenir” değerlendirmesini yapmıştı. Bu sözler daha sonra kısaca ‘Memleketin efendisi köylüdür’ vecizesine dönüşecektir. Türkiye bir tarım ülkesi olduğuna göre daha sonra bütün mazlum milletlere örnek olacak olan ‘sürdürülebilir kalkınma’ da köyden, köylüden başlayacaktır.
Burada Gazi, tarım ve tarıma dayalı sanayinin ulusal anlamda geliştirilmesini istemekte, tarımsal ürünlerin ulusal sermaye tarafından değerlendirilmemesi halinde, ‘ziyan olacağını’ düşünmektedir. Tavrı çok nettir: “Memleketimiz ziraat memleketidir. Bu itibarla, halkımızın ekseriyeti çiftçidir, çobandır. Binaenaleyh en büyük kuvveti, kudreti bu sahada gösterebiliriz ve bu sahada mühim müsabaka meydanlarına atılabiliriz. Fakat aynı zamanda sanatımız da geliştirmek mecburiyetindeyiz. Eğer sanat hususunda yine müsamahakar olursak, o halde asar-ı sanayide yine haricin haraç-güzarı oluruz, mahsulat ve mamulatın mübadelatı ve servete inkılabı için ticarete ihtiyacımız vardır.”
Atatürk’ün koyduğu ‘Ulusal ekonominin temeli tarımdır’ sözünü cumhuriyetin kurucuları ziraat eğitimini geliştirmekte bulurlar. Zaten üniversite eğitiminin en eski olu olan Ziraat mekteplerinin yüksekleri açılır ve hem bulundukları yöreye hem de Türk tarımına çok büyük kaynak ve desteği sağlarlar.
Köylünün en büyük sıkıntısı, aşar veya öşür denilen mahsulünün onda birini vergi olarak ödemesiydi. Büyük bir mali fedakarlığı göze alan hükümet, 1925 Şubatında Aşar Vergisini kaldırdı. Böylece köylü ağır ve sıkıntılı bir vergi sisteminden kurtulmuş oldu.
1925’te çıkarılan başka bir kanunla Hükümet, köylüyü topraklandırmak amacı ile bedelini yirmi yılda ödemek üzere toprak dağıttı. Ziraat Bankası, küçük çiftçilere kredi kolaylıkları tanımakla ve faiz haddini düşürmekle yararlı hizmetler yaptı. Kooperatifçiliğe önem verildi. Tarım Kredi Kooperatifleri, Ziraat Okulları ve Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı.
Köylüye yararlı olmak ve yardım sağlamak amacı ile tohum ıslah istasyonları, numune çiftlikleri açıldı. Traktör kullanımı teşvik edilerek, ucuz alet ve makine dağıtımı yapıldı. Atatürk çiftlikler kurarak ve modern yöntemler uygulayarak çiftçilere örnek oldu.
Atatürk, Ankara’nın 7 kilometre batısındaki çorak topraklarda örnek bir çiftlik kurmayı düşünmüş, Türk çiftçisine, toprak ve tabiat şartları uygun olmasa dahi, bilgiyle ve kararlılıkla çalışıldığı takdirde başarı sağlanabileceğini göstermek istemişti. Bunun üzerine 29 Ocak 1925’te Gazi Çiftliği’ni kurmak amacıyla bir miktar arazi satın aldı. 5 Mayıs 1925’te kurduğu Orman Çiftliği’nde, çiftliğin her türlü faaliyetiyle uğraşan, bütün masraflarını kendisi karşılayan Atatürk burada Atatürk Köşkü’nü yaptırmıştır. Atatürk 11 Mayıs 1937’de çiftliklerini, içerisindeki köşklerle birlikte milletine armağan etmiştir. Zirai alanda çalışmak üzere, teknisyen seviyesinde eleman yetiştirmek çeşitli bölgelerin zirai yapılarını ve özellikleri hakkında incelemeler yapmak amacıyla, Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğüne bağlı olarak kurulmuş meslek okulları. Atatürk’ü 22 Nisan 1934’te İran Şahı Rıza Pehlevi ile birlikte İzmir’de görürüz. İran Şahı ile birlikte Bornova’daki İzmir Mıntıkası Ziraat Mektebi’ni gezerler. Bu okul 9 Eylül 1922’nin yani büyük istirdatın hemen sonrasında Aralık 1922’de kurulmuştur. Gazi’nin İran Şahı ile birlikte gezdiği okul 1932’de yapılan binadadır. 1938 yılına kadar 265 mezun veren bu okul kalkınma için çok önemsenen tarımsal gelişmenin sağlanmasında ve çağdaş yöntemlerle ziraat yapmanın önemi anlaşılınca öğrenci sayısını artıracaktır. Bu okulda alınan 600 dönüm yeni arazi –ki daha sonraları Ege Üniversitesi’nin arazisi olacaktır buraları- kayıtlar 1933-1938 yılları arasında 70 bin meyve fidanı ve 100 bin ağaç yetiştirilecek ve köylere dağıtılacaktır. Bu arada Atatürk’ün İzmir’deki ilk büstü Alman Heykeltıraş Krippel’e yaptırılacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi 19. yüzyılın sonlarına doğru Türkiye’de tarımın geliştirilmesi için çeşitli önlemler alınırken, bunları uygulayacak ziraatçılara da ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Bu amaçla 1891 yılında Halkalı Yüksek Ziraat Okulu açılmıştır. Bu okul 1928 yılına kadar eğitim ve öğretimini sürdürerek ziraat mühendisi yetiştirmiştir. Aynı yıl bu okulun kapatılmasıyla meydana gelen boşluğu doldurmak amacıyla 1930 yılında Ankara Yüksek Ziraat Okulu açılmıştır.
Alman Ziraat Fakülteleriyle aynı eğitim sistemini benimseyen bu okul daha mezun vermeden üç yıl sonra Yüksek Ziraat Enstitüsü’ne dönüştürülmüştür. Atatürk’ün direktifleriyle 2524 sayılı kanunla Cumhuriyet’in 10. Yılında kurulan ve 30 Ekim 1933 tarihinde öğretime açılan Yüksek Ziraat Enstitüsü fonksiyonel ve yapısal yönden Halkalı ve Ankara Yüksek Ziraat Okullarından çok farklı bir özellik taşımaktaydı.
Türk tarımını modernleştirmek, sorunlarını bilimsel açıdan görmek ve çözmek, Türk tarımına hizmet edecek Ziraat Yüksek Mühendisleri yetiştirmek ve bu alanda eğitim-öğretim ve araştırma yapmak amacıyla kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün bünyesinde, Ziraat, Orman, Veteriner, Tabii İlimler ve Ziraat Sanatları Fakülteleri yer aldı.
Atatürk, Cumhuriyetin kurulmasından sonra tarıma büyük önem verdi. 1925 yılından itibaren kendisine ait çiftliklerde geleneksel tarım anlayışını kökten değiştiren uygulamalar gerçekleştirdi; köylüye örnek oldu. Ayrıca, devletin de bu alana kaynak ayırmasını sağladı.
Cumhuriyet döneminde Ankara, Eskişehir, Erzurum ve Yeşilköy’de hububat ıslah istasyonları; Adana ve Nazilli’de pamuk ıslah istasyonları; Adapazarı’nda patates ve mısır ıslah istasyonu; Bursa, Antalya, Diyarbakır, Edirne ve Denizli’de ipek böcekçiliği istasyonu, Kayseri’de yonca istasyonu, Antalya’da sıcak iklim nebatları ıslah istasyonu kuruldu. Ülkenin dört bir yanında fidanlıklar oluşturuldu. Bu devlet fidanlıkları sayesinde dut, antepfıstığı, asma, çay, elma, kayısı, fındık, narenciye, vişne, zeytin ve incir fideleri devlet tarafından yetiştirilerek köylüye dağıtıldı.
1937 yılında Zirai Kombinalar İdaresi kuruldu. Bu kuruluşun amacı, tarım aletleri, makinaları ve ilaçlarının satın alınarak halka tanıtımının yapılmasıydı. Zirai Kombinalar İdaresi 1943 yılından itibaren boş hazine toprakları üzerinde devlet çiftlikleri oluşturdu, tarımsal üretimi artırdı, çağdaş tarım teknik ve yöntemlerini köylüye tanıttı ve özellikle sıkıntılı dönemlerde halkın gıda ihtiyacının karşılanması açısından çok büyük katkılarda bulundu.
Zirai Kombinalar İdaresi tarafından kurulan çiftliklerin önemi, 1957 yılında yayımlanan bir kitapta şöyle anlatılıyordu: “Az zamanda kurulan bu çiftlikler, asırlardan beri işlenmemiş ve boş kalmış ve halkın dilinde çorak diye adlandırılan step manzaralı, çöl karakterli toprakları büyük bir hamle ve gayretle sökerek mahsuldar bir hale sokmuş ve zirai kalkınmanın ana hatlarını vatan topraklarına çizmiştir… Zirai Kombinalar İdaresi, kuş uçmaz, kervan geçmez diye vasıflandırılıp, köylüye çarık sattırdığı iddia edilen ıssız toprakları teknik vasıtalarla mahsuldar bir hale sokarak yüz binlerce ton buğday kaldırırken, etrafındaki köylü halkın idrakinde hayret ve takdirle karşılık bir intibah, asırların yapamadığı kalkınma hissini onun gönlüne yerleştiriyor ve bu gösteriler ona teknik çalışmaların faydalarını telkine kafi geliyordu.
Birbirini takiben yurdun çeşitli bölgelerinde kurulan 14 tane devasa çiftlik, Behçet Kemal Çağlar’ın tarifiyle söylemek gerekirse, “ıssızlığa, yalnızlığa, kızgın güneşli ve buz nefesli bozkırlığa son verirken, insan azim ve iradesinin dünkü çölleri bugün nasıl bir cennet gibi yemyeşil hale soktuğunu doğaya haykırıyor ve çöllerde yükselen ağaçlar, yeşillenen bitkiler, tufan gibi buğdaylar yurtta bolluğun saadetini müjdeliyordu. Atatürk’ün Ankara’da Gazi Orman Çiftliği, Silifke’de Tekir, Yalova’da Baltacı, Tarsus’ta Piloğlu, Dörtyol’da Karabasamak çiftlikleri ve Ankara’da Bira Fabrikası vardı. Bu işletmeler 1925 yılından beri tarımda yeniliklerin uygulatılması ve yaygınlaştırılmasında kullanılıyordu.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Atatürk, 1937 yılı Haziran ayında bu çiftlikleri devlet hazinesine bağışladı. 7.1.1938 gün ve 3308 sayılı Yasa ile, Atatürk tarafından bağışlanan bu çiftlikler, Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu’na dönüştürüldü. Daha sonra çeşitli diğer çiftlik ve işletmeler de Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu’na katıldı. 1944 yılında bu kuruluşun bir Ziraat Aletleri Fabrikası vardı.
Evet eğitim ve ziraat bir köycülük programı üzerine inşa ve ikbal ediliyordu. Onun için o marş yalnızca ziraatçıların değil, bir o kadar eğitimcilerin de marşıydı.
“Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği, Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği”
( Yazının aslı, A. Nedim Atilla’ya aittir)
Commentaires