Ülkeler için önemi çok büyük tarihi günler, başarılar vardır. Yine bir gerçektir ki o büyük tarihi günlerin ve zaferlerin de farklı farklı kahramanları bulunmaktadır. Tarihimizde “ Büyük Zafer” diye adlandırdığımız ve anlam itibariyle de büyük bir zafer olduğuna yürekten inanılan, 22 -30 Ağustos 1922 dönemi başarıları, Cumhuriyetimizin şekillenmesinde de çok önemli bir işlev yüklenmiştir. Anadolu’da Yunan hâkimiyetine son verilmekle, savaşın sona erdirilmesiyle yetinilmemiş; Cumhuriyete giden yolu açmıştır. Cumhuriyete ulaştırmıştır.
Cumhuriyete ulaşmak da o kadar kolay iş değildir hani; öncelikle, o güne değin yapılanların, yapılmayanların bir hesabı görülecek, milli mücadeleyi sekteye uğratan, hatta zarar veren odaklar ve kişilerden hesap sorulacaktır. İyi, kötüden ayrılacak, vatanperver ve hain tanımlarının içi doldurulacaktır. Gelişmeler ve olaylar öylesine hızlı ilerlemektedir ki, adeta önü alınamaz bir hale gelmiştir.
Tarih itibariyle Büyük Zafer’den birkaç hafta sonraki günlerden biridir: 27 Eylül 1922 Günlü Türkiye Büyük Millet Meclisinin Toplantısında, Afyonkarahisar mebusu Mehmet Şükrü Bey o heyecanlı sesiyle sesleniyor:
-“Rica ederim dinleyiniz arkadaşlar, şanlı ordumuzun kurtardığı memleketimizin hakiki vaziyetini kavramadan herhangi bir karar verirsek, iyilik yapalım derken, fenalık yapmış oluruz. Bugün, yazık ki vatan haini denilen ve bu sıfatı iktisap edenler ( kazananlar) üç kısma ayrılır. Bunların bir kısmı hakikaten Yunanla işbirliği ederek, hemşerilerine, dinlerine fenalık yapmış ve şimdi artık içimizde yaşayamayacak olan mahlûklardır. Ve bunlar ordumuz buraya girdiği gün, halkın ayakları altında gebereceklerini bildikleri için, kendiliklerinden koşup doğru hapishaneye girmişlerdir. Bu cins, zaten damgalanmıştır. Halk bunların bir an evvel cezalandırılmasını istiyor.
Diğer bir kısmı ise, düşmanın topu ile tüfeği ile süngüsü ile her istediğini yaptırmağa kuvveti bulunduğu günlerde, korkusundan bu kuvvet ve kudrete, istemeye istemeye boyun eğmiş kimselerdir. Çünkü herkes bir değildir. Mesela bir müftü efendi vardı. Zavallı üç defa Yunanlıların tekliflerini kabul etmemiş, dördüncüsünde muztar olmuş ( çaresiz kalmış), kabul etmiş. Yunan ordusuna dua edeceksin, illa edeceksin demişler. Benim dinime halel gelir, yapamam demiş. Padişah adına dua etmiş, böyleleri de vardır. Bunlar da hala mevkufturlar (tutukludurlar). Bunlar, zayıf yüreklilikleriyle düşmanla iş birliği etmiş gibi görünenlerdir.
Bir kısmı da var ki, menfaati için, ticareti için düşmanla hoş geçinmiştir. Bunlar eğer yapmamış olsalardı, dükkânlarını kapayıp, hem kendileri, hem çoluk çocukları aç kalırdı. Bunların düşmanla hoş geçinmelerini, hıyanet maksadına atfetmek mümkün olamaz. Aç kalmamak, çoluğunu çocuğunu aç bırakmamak için yapmıştır.
Efendiler, ayni zamanda, memleketten çıkıp Milli Mücadeleye iştirak eden vatanperverler de vardır. Fakat içeride kalanlar da emin olunuz, onlar kadar vatanperverdirler. Eğer düşmanla bile bile, isteye isteye işbirliği yapmamışlarsa; elbette onlar da bu memleketin evlatları ve bu memleketi seven insanlardır. Ve onlar da hain değillerdir.
Ben bütün bunları, bugünlerde peyda olduğunu gördüğüm bir garip zihniyet dolayısıyla söylüyorum. Ve bugün, poliste de öyle bir zihniyet vardır ki, milli mücadele esnasında silaha sarılıp cepheye gitmeyip de memleket dâhilinde kalanların hepsi haindir, canidir, zannediyor. Bu vaziyette tahkikat yapıyor, halka zorluk çıkarıyor, halkı tehdit ediyor.
Bu sebeple halk, şimdi istiyor ki, iyi –kötü üzerinden bir silindir geçsin, iyiler meydana çıksın ve kötüler cezalandırılsın! Halk bunun için hatta İstiklal Mahkemelerini bile istiyor. Fakat bu mahkemeler gidip halka zulüm yapacaksa ondan da vazgeçtik.”
Sonuç:
Vatanperverlik ve hainlik tanımları, kişilere ve zamana göre değişen tanımlar değillerdir, olamazlar da. Her dilde ve ülkede evrensel nitelik kazanmış tanımları mevcuttur. Özünde Afyon Karahisar Mebusu Şükrü Bey’in 94 yıl önce yaptığı tanımlarında da bunu görmek mümkündür. Muhtemeldir ki, İstiklal Mahkemelerinin kimi uygulamalarına karşı yakınmalarda bulunmakta, aslında ” hesapların görüleceği günlerin geleceğini” kabul ve teyid etmektedir.
Meclisin hukukçu mebuslarından olup, verdiği tekliflerinin kabulüyle, “ Vatan Hıyaneti Hükümlerinden Bir Kısmının Aflarına” imkân tanımıştır.
İstiklal mahkemeleri, Türk Kurtuluş Savaşı sırasında ayaklanma çıkaran ve yağmaya girişenleri, bozguncuları, orduya ait silah ve mühimmatı çalanları, casusları, asker kaçaklarını ve bağımsızlık hareketini engelleme amacıyla propaganda yapanları yargılamak için, çıkarılan özel bir kanunla ilk olarak 18 Eylül 1920 tarihinde kurulmuş mahkemelerdir. Uğur Mumcu, bir yazısında bu kurumları bir mahkeme olarak görmez :”Bu kurumlar mahkeme değil, savaş ve ihtilal gibi özel durumlarda isyancı, bozguncu ve karşı devrimcilerin yargılandığı anti-demokratik infaz kurullarıdır” nitelemesinde bulunur.
Comments