Nasıl hayıflanıyorum bir bilseniz; okul derslerimizin ve ödevlerimizin mahalli yaşayışımıza uygun olmayışına. Ne ilk okul devrelerimizde ne de lise devrelerimizde ( ki İlk Öğretmen Okulu hayatıma denk gelir) küçücük kasabamızın ritüelleri, hiç bir zaman, hiç bir dersde konumuz, gündemimiz, ünitemiz olamadı. Olmadı.
Örneğin, o küçük kasabanın, kendinden çok büyük ritüllerinden yalnızca biri olan ” Demirci Hızırellezleri”, ne yazılmış bir köşede sizi bizi bekler, ne de yaşanmış hatıralarımızın can bulabilen gücü var. Oysa zamanında okullarımızda yaşanmış, incelenmiş olsaydı, bugün hatırlamak, yadetmek çok daha kolay olmaz mıydı?
Hala seçemiyorum şimdi, Çağlak mıydı adı, yoksa Çeylenk miydi? Yoksa daha başka bir şey mi?
Nasıl yeşil ve sulu bir mesire yeriydi öyle! Dağ, taş su akar, dere, tepe yere serilirdi. Bizi annelerimizin yaptığı dolmalar, börekler zerre kadar ilgilendirmez, akşama kadar suların ve toprakların esiri olurduk. Üstelik pek de sıcağa kavuşmamış bu erken bahar gününde. Baharın ilk gününde.
Çağlak, dağların tepesine kurulmuş bir kasabanın saklanmış bir cennet yeri gibiydi. Bizim Hızrellezimizdi. Yosunlarla örtülmüş taşlar, sularla oyulmuş kayalar başka bir dünyayı yaşatırdı bize. Biz Hızırellezi yalnızca burası bilirdik çocuk aklımızla. Ne bahar başlardı bizim kafamızda, ne de kış biterdi. Çocuktuk. Koştururduk.
Eve yaralar, bereler içinde dönmemekti tek arzumuz. Yoksa, başlayan bahardan ses yoktu. Bahar kendi dünyasındaydı, biz başka bir dünyada.
Ne fark ederdi, baharsız da gelsek buraya?
İşte bu soruların cevabı yoktu hiç hafızamızda! Bu sorular yoktu.
Hiç bir ödevimin , hiç bir dersimin konusu, ilgisi olamayışına öyle yanıyorum ki Hızırellezin! Ah, sormayın!
Şimdi çocuklar, Hızırellez kutlayacaklar mı orada? Çağlak’da.
Bir sisli buhar görecekler mi bizlerin gördüğü gibi? Yerden bir fidan kalkıp uzanacak mı göklere doğru. Ağaçlar yeniden fethedilecek mi? Ya kuş yuvaları?
Ah, sormayın!
Hızırellezi bilmiyenlere, hala Hıdrellezde kalanlara da selam olsun! Hızırelleziniz kutlu olsun!