ANKARA’NIN AMBLEMİ
Milli Mücadele sürecinin önemli bir miladıdır; Ankara’nın Başkent oluşu ve Devlet Merkezi olarak ilan edilmesi. Kısaca hatırlanacak olur ise ;Yurdumuz düşmanlardan kurtulduktan sonra 13 Ekim 1923 günü İsmet Paşa ve dört arkadaşı Ankara’nın başkent olması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yasa önerisi verirler. Öneri Mecliste oylanır, kabul edilir. Böylece Ankara yeni Türkiye Devleti’nin başkenti olur ki, bu yıl Ankara’nın Başkent oluşunun da 88. yılıdır.
Ne var ki Başkent olalı 88 yıla ulaşan bir şehrin, simgesi olabilecek ambleminin seçimi ya da uygulanırlığı hala bitmez ve bitirilmez. Hangi gayelerle bu işin zaman zaman birilerinin kişisel tercihlerine bırakıldığı ise hiç sorgulanmaz. Kent olabilmenin ve kent kültürünü hazmetmiş bireylerin yetiştirilme gayretlerine ise dikkat edilmez ve hatta bu kavram hiç önemsenmez.
Oysa kentler, beraberinde yetiştirip büyüttükleri kültürleriyle hayat ve can bulurlar. Bu kültür sayesinde güç ve önem kazanırlar. Yarattıkları bu kültür ile anılır ve sevilirler.
Kent kültürü kavramı ise günümüzde çok boyutlu bir anlayış ve kavrayışın yaratıcılığından ve düşüncelerinden yararlanmaktadır. Bu kapsamda grafik tasarımı, kent kültürü için de herzaman bir şeyler yaratma ve düşünceler önerme mevkii ve pozisyonundadır.Özelllikle de “kent simgesi” yaratma ve uygulatma gücü, grafik tasarım sanatının kente düzleminde yer alabilecek en etkin ürünüdür.
.
Kent simgesi; bir toplumu, bir ülkeyi, bir sehri, bir kurumu, bir isletmeyi,bir kisiyi, bir düsünceyi, bir ismi, bir markayı simgelestirmek; onu imza haline getirmek anlamındadır. Bir sehri simgelestirmek,o kenti tarihiyle, toplum içindeki özel konumuyla, etkinlikleriyle kısacası tüm kapsamıyla çagrıstırmak, duyurmak, tanıtmak, benimsetmek anlamındadır. O simge artık, o sehirle özdes olmustur. O kent denilince simgesi, simgesi görülünce o sehir anlasılacaktır.
Böylesine kapsamlı özellikleri, bir iki harf, bir iki çizgi, bir iki görsel öge ile ortaya koymak grafik tasarımcısı için önemli bir problemdir.
Ortaya konması gereken husus ise Başkent Ankara’nın Amblemidir. Hititler dönemine has Günes Kursu, Askeri idareler zamanından beri Ankara’nın amblemi olarak kullanılmış ve bu yönüyle de yıllardan beri Ankara’nın simgesi olarak kabul edilmiştir.
Amblem tartışmaları nedeniyle gündeme gelen Ankara ile ilgili bilgiler arastırıldıgında öncelikle, Türkiye Cumhuriyeti’nin baskenti olması öne çıkmaktadır. Ankara, Istanbul’dan sonra Türkiye’nin ikinci büyük kenti modern, yeni ve aynı zamanda ülkenin politik merkezi olmasıyla da önem tasımaktadır.
Tarihçe bakımından çok eskilere uzanan bir geçmise sahiptir. Bulunan arkeolojik kalıntılar ve yazılı kaynaklardan; bölgede Friglerin yasadıgı sonra Galatların istilasına ugradıgı,bugün Ankara olarak geçen ismin Ankyra; “çapa” anlamına gelen bir Galat sözcügü oldugu bilinmektedir.
Genel anlamada Tarihçilerin ortak kararı şudur ki; üzerinde biz bugünkü Ankaralıların yaşadığı bu topraklarda sırasıyla “Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Galatlar, Roma ve Bizanslılar, Ilhanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar” hüküm sürmüştür. Yaklaşık 88 yıldır da Türkiye Cumhuriyeti bayrağı dalgalanır olmuştur.
1892 yılında “tren”in Ankara’ya kadar gelip önemli ulasım aracı yaratmasının dışında, Ankara’nın yasadıgı en büyük olay; 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasıdır. Kurtulus Savası’nı gerçeklestiren, çagdas Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve Ankara’yı baskent yapan (1923) Mustafa Kemal Atatürk’ün kentin kaderini degiştiren bu kararıdır.
Bu toprakların ilk sahibi olan Hititler olduğu düşünüldüğünde , Hitit Güneş Kursunun , Ankara’nın simgesi olarak kullanılacak tek amblem olmayacağını bilmekle birlikte bunun da rahatsızlık yaratacak bir husus olmadığını da ifade etmeliyiz. Herhangi bir tarihi değer ve inanca hakaret etmeyen bir simge olduğunu kabul etmeliyiz.Kimseyi üzecek ve yaralayacak bir şeyler hatırlatmadığını ifade etmeliyiz. Üstelik tarihe sahip çıkmanın bir yolu, tarihi yaşatmanın bir simgesi olduğunu da bilmeliyiz. Bu toprakların ilk sahiplerini anmanın neresi kötüdür? Hep söylemez miyiz ”kimdir bunun ilk sahibi” diye!
Ne varki 1995 yılında kullanılan bu amblem, kullanımdan kaldırılarak yeni bir amblem seçimi yapılmış, yaklaşık 15-16 yıl süren bir dönem de bu konuda hem hukuki bir süreç devam ettirilmiş, hem de yeni- eski amblemin taraftarı olarak milyonlarca insan başka husumetlerin içine çekilmiştir. Üstelik bu süreç içinde, şehir kültürü, kent yapılanması, estetik, tasarım, sanat, tarih bilinci adına yetkin söz söylemeye hak etmiş aydınlarımızın, akil adamlarımızın görüş ve düşünceleri de, ne yazık ki “taraf görüş “ olarak nitelenerek görmemezlikten gelinmiştir.
Yaklaşık 15-16 yıl süren bu dönemin yapılanlarına şahit olan gazete sütunları ve hafızalar çok kötü ifadelere ve sözlere tanıklık etmektedir. Bu süreç karalanan, lekelenen, hakaret edilen, çizip atılan tarihler, insanlar, değerler ile doludur.
Bugün gelinen nokta ise 1995 yılı öncesi kullanılan amblemin yeniden kullanılması gerektiği konusundaki bir mahkeme kararı olup, alınacak dersin de ; yaşanan sürecin ne kadar gereksiz bir sürec ve bir kent adına yaşanan ne kadar kötü bir “kent kültürsüzlüğü”olduğudur.
Comentarios