Farkında mısınız bilmiyorum? Bu günler biraz da anıt ve heykellerin günü.Bu mevsim gezme, dolaşma, seyahat etme adına yapılan gezilerin kaynağı oluşuyla heykel ve anıt gezilerinin de bir sonucunu oluşturmaktadır. Heykeller ve anıtlar bugünlerde ana-baba günü gibi adeta. Herhalde onların en sevdikleri mevsim olsa gerek. Öyle ya, kimi yanında durmuş, kimi elini arkasına atmış, kimi önüne geçmiş, hatta kimi de işi biraz da abartarak üstüne çıkmış halde onlarla birlikteler.
Hele ki fotoğraf çektirmenin bunca kolay ve mümkün olduğu bir ortamda insanların onların etrafında toplanmaları çok zor değil.
Ankara da öylesine güzel günlerinde şimdilerde. Kış aylarının yorgunluğuyla pek şehir merkezlerine gelememiş, ya da seyahatlerine Ankara’yı da eklemiş insanların ilk duraklarından biri heykel ve anıtlar. Üstelik sayı itibariyle bayağı zengin bir heykel ve anıt varlığına sahip Ankara, bu taleplere de karşılık vermeye her an hazır gibi beklemekte.
Elbette ilk keşfedilen anıt, Ulus Meydanındaki Zafer Abidesi oluyor genellikle. Bakmayın siz Ankaralıların o anıtı “ Heykel” diye tanımlamalarına. Doğrusu her şehrin insanı kentlerindeki en gösterişli anıta ya da heykele, “Heykel” tanımlaması getirmekte. Pek açıklayıcı ve niteleyici bir tanım olmamakla birlikte yaygın bir kullanış tarzı olduğunu da belirtmeliyim Ne yazık ki bunların çoğu da Mustafa Kemal Atatürk’ün anıtları olduğunu üzülerek ifade etmeliyim.
Hani neredeyse “ Atatürk heykeli” denmesini bile hoşgörecek bir haldeyim doğrusu. Oysa anıtın özgün adlarının da olduğunu, bu adların da “anıt” oluşları sebebiyle kullanılması gerektiğine inanan biri olarak bunu kabullenmem aslında çok zor olmalı. Ama ne yapmalı ki, anıtın varlığını kabulletme adına, bu “ ad” a da razıyım. Üstelik eski bir Ankaralı için değişik üç-beş ad ile bilinen ve tanınan bir anıt için buna razıyım. Hakimiyet- i Milliye Anıtı, Milli Egemenlik Anıtı, Yeni Gün Anıtı, Zafer Abidesi, Ulus Zafer Heykeli v.s.
Ankaralıların ve Ankaraya yolu düşenlerin şimdilerde bir başka mekanı da Etnoğrafya Müzesi önünde yer alan ve Ankaramızın Cumhuriyet sonrası ilk heykeli olan Atlı Atatürk Anıtıdır.Bu anıtın tek başına taşıdığı önem ve konum ise ziyaretçilerinin bir başka ilgi odağı olsa gerektir.Çünkü kaidesinde yer alan ve Kurtuluş Savaşımızın da küçük bir özetini içeren yazı ve resimlerin anıtın kendisi kadar ilgi çekici olduğu bir gerçektir.
Ulus ziyaretini bitiren ya da turuna günümüz şehir merkezi olarak bilinen Kızılay’da başlatanlar için ilk durak yeri, bir park içinde konumlanmış olmasıyla ayrıca ilgi çeken Güven Abidesidir.
Abidenin büyük boyutları ve çift cepheli yapısı, ziyaretçiler için fotoğraf çektirmeye daha müsait gibi görünmektedir.Öyleki günün her saatinde abide üzerine çıkmış birilerini bulmak ve görmek mümkün olabilmektedir. Doğrusu bu davranışı yersiz ve edepsiz bulanlar olduğu gibi normal ve mümkün görenler de olabilmektedir.
Aslında söz dönüp dolaşıp hep kullandığım bir nitelememe gelmekte. “ Bizler anıt ve heykellerimizi işimize geldiğinde hatırlıyoruz.Sonra unutup gidiyoruz. Yeni hatırlamamız hep bir fotoğraf çekimine kadar sürer gider.”
Yalnızca bu anıtlarımız değil, şehirin çeşitli semt ve sokaklarındaki “ sokak heykelleri “ de şehiri keşfe çıkanlar için değişik figürler oluşturmaktadır. Artık çoğuna “tepeden bakılabilmekte”, “karşılıklı oturulup” sohbet edilebilmekte.Neredeyse fotoğraf çekilirken bile otomatik mekanizma kurulabilmektedir.
Ankara şehir anıt ve heykelleri, kış yorgunluğunu sevdikleriyle birlikte atmakta, yaz günlerinin sıcaklığında onlara gölge bile olmaktadır.
Bizlerden yalnızca birazcık samimiyet, biraz ilgi ve biraz da bilgi istiyen anıt ve heykellerimizi ihmal edecek miyiz? Oysa bu günler, anıt ve heykellerin günü.
Comments