Gün içinde birden hızlanıveren telefon trafiğimin ardından ne yapacağını bilmez bir halde, çaresiz kalmışken, başımın zonklamasını gidermenin tek yolu, o sürelerde duyuverdiğim nitelemelerin peşine takılmak oldu.
Bir arkadaşım, ” inşallah bizim kuşak için işaret fişeği değildir” demişti. Bir diğeri ” Melek uçtu gitti” dedi. Sonraki arkadaşım, ” adam uçtu gitti, Haldun” dedi. Son arkadaşım ise, ” sözün bittiği yer” diyordu.
Melek uçtu gitti.. Hiç düşünmemiştim şimdiye değin, meleğin bir erkek olacağını ve onun da benim 44- 45 yıllık arkadaşım olabileceğini.
Ama doğruydu; o bir melekti.
Erdal’ın bir melek olduğunu ilk fark edişim, o arkadaşımın üzüntülü, kahırlı anının ifadesini algılamamla sabitti.
Demirci İlk Öğretmen Okulunda sınıf arkadaşımdı. Taa, 1967- 1968’lerde başlayan büyük bir serüvenimizin en müdavim aktörüydü o. Her daim efendi, her daim sakin, her daim müşfik. Adeta sinirleri alınmış gibi soğukkanlı. Günün her saatinde güleryüzlü. Dahası yalnız anlarında dudaklarından dökülüveren içli nağmeler. Temiz, bakımlı ve yiğit.
Hiç kimseyle tartıştığını, bağırıp çağırdığını göstermeyecek kadar nazik.
Her adım başı “Nasılsın?” diye soranımızdı. Bazı hecelere farklı vurgular yaparak, kendine has bir üslub geliştirmişti, ” Nasılsın” larda. Ufak bir sessizliğin ardını da ” Daha ne var ne yok” sorgusuyla tamamlar, seni rahat tutardı.
Onunla tüm bir okul hayatımız gözüme serildi şimdi. Yatakhaneler, yemekhaneler, dershaneler, beden eğitimi dersleri. Aylaklıklar, haylazlıklar.
O bizim sınıf arkadaşımız ama ağırbaşlılığı ile de adeta ağabeyimizdi. Benim okul hayatım ile ilgili hemen hemen tüm fotoğraflarımda boy gösterendi.
Her şeyden çok ve önemli, staj arkadaşım.
Öğretmen stajlarının olmadığı bu dönemde stajın ne demek olduğunu kime, nasıl anlatayım ki?
Öğretmen olmayı yaşatan biri. Sakin üslubuyla ilk stajı veren arkadaşım. Destek verenimiz, heyacanımızın tutanı.
Mezuniyet günümüzde Salihli otobüsüne en geç binenlerden. Ayrılamayanlardan. Göz yaşı dökenlerden.
O 1975 yılının Ağustos Ayında, Salihli’nin tozu dumana karışan eski garajında, doğu seferlerimizi başlatmak için bütün gün beklediğimiz beş arkadaştan biri. Benim son dakikada, üniversite sınavını kazanmış olmam haberini almam üzerine, kuyruğumu sıvışıp gitme talebime sessiz kalan, belki de ilk ağlayan. Göz yaşını silmeyen.. Akıtan.
Ve yıllar sonra yine bir Salihli akşamında, beraberce yaşadığımız çay sohbeti. Ve o güne mahsus yalın, mahzun ve hüzünlü seslerimiz.
Demirci’de kutlanan bir mezuniyet gecemizde çok uzun sohbetlerin en heyacanlısı. Arkadaş canlısı. Dost bilen. Dost gören.
Her bayramda, seyranda ve yeni yıl kutlamalarında atılan mesajlar ve çalan telefonlar. Konuşup, buluşamamalar, gidip gelememeler, bir türlü bitirememeler.
Yaz tatillerindeki sohbetimizin konusu olan ” yazlık ziyaretlerimiz” ve ne yazık ki yerine getiremediğim o sözler. Didim’de beklenişim. Çaya, sohbete, kalmaya davetim. Oysa ne kadar çok arzulamıştı geçen yıl yine. Olmadı. Olamadı.
Ah, olmadı.
Bilemedik ki melekler erken uçarmış.
Bilemedik.
Işıklar içinde uç.
Comments